“NeoKlasik
Teknoloji”
Günce
Bu web sayfası bir çevrimiçi günlük (Blog)
niteliği taşır. NeoKlasik Teknoloji düşüncesi çerçevesinde çeşitli yazılar ve
görseller yayınlanacaktır. İçerikler, en son gönderi en üstte görünecek şekilde
ters kronolojik sıralamadadır.
☰ İçindekiler
6 yıl önce 29 Temmuz 2015’te
Windows 10 çıkmıştı. Windows 9 ismiyle beklenen bu işletim sistemi,
programların işletim sistemini, Windows 9x işletim sistemleriyle karıştırıp
sorunlara yol açması gibi anlamsız gelen bir nedenle Windows 10 olarak
adlandırıldığı söylenilen sebepler arasındaydı. Tabi bu sebep Microsoft
tarafından "Windows 10, Windows’u bir adım öteye taşıyor. Windows 10, küçük
bir değişiklik değil, sayısız kullanıcıyı etkileyecek yeni bir Windows."
olarak açıklanmıştı. Daha sonra da Microsoft yetkilisi Tony Prophet, Windows
9’un es geçilmesinin asıl sebebini açıkladı. Windows 10’un Windows 8’in
devamı olarak algılanmasını istemediklerini belirten Prophet, Windows’un
tarihinde yeni bir adım olarak değerlendirdiği Windows 10’un yenilikçi
yapısını ön plana çıkarmak için Windows 9 adını kullanmadıklarını belirtti.
Daha sonra “9” sayısını atlama geleneği Apple iPhone X’de de devam etmişti.
Sürüm numarasını 1 tane atlatarak daha gelişmiş bir işletim sistemi algısı
yaratmaya çalışan Windows 10’un NT sürüm numarası da bir anda NT 10.0’a
yükseltilmişti. Belki de, Microsoft’un çoğu kullanıcının Windows 8’e verdiği tepkiler üzerine
başlat menüsünü tekrar getirdiği Windows 10, NT 6.4’ten başka bir şey
değildi. Windows 10’un ilk sürümleri, Windows 8 ve 7’den esintiler arasında 2
denetim masası gibi karmakarışık özellikleri bulunan bir işletim sistemi
olsa da daha sonraki sürümlerde 10, kendi özgünlüğünü yakalamış ve kendini 7
ve 8’in gölgesinden kurtarmıştı.
Microsoft, Windows 10’la
birlikte hayallerdeki “Evrensel Platform”u gerçekleştireceğini bildirmişti.
Artık Windows’ta Android uygulamaları çalışacak, bu şekilde hem masaüstü
Windows 10’un hem de Windows 10 Mobile’ın uygulama eksikliği ortadan
kalkacaktı. Project Astoria olarak adlandırılan bu projeyle Android
uygulamaları mağazaya eklenebilecek ancak APK olarak yüklenemeyecekti. Bir
süre sonra geliştiricilerin böyle uzun bir süreçle uğraşmak istememeleri
üzerine proje durdurulmuştu. Windows 10 Mobile işletim sistemi de fiyat
olarak rakipleriyle aynı seviyede ve sayıca az olan telefonlarda olmasından,
uygulama eksikliğinden ve önyargılardan başarısız olmuş, Microsoft
tarafından geliştirilmesi durdurulmuştu. Buna binaen Microsoft mobil pazarda
işletim sistemi sahipliğinden, mobil uygulama geliştiriciliğine düşmüş, Android ve iOS uygulamaları geliştirmeye başlamıştı.
İlk kez ücretsiz olarak
sunulan bir Windows sürümü olan Windows 10, 29 Temmuz 2015’te piyasaya
sürülmesinden sonra yalnızca bir ay içinde 75 milyon cihaz tarafından
çalıştırılmaya başlanmıştı. Microsoft, Windows 10’un son Windows olacağını
söylemiş ve sürekli geliştirileceğini vadetmişti. Ancak geçtiğimiz ay
Microsoft bir sürpriz yaparak Windows 11’i duyurunca Windows 10’un
PC’lerdeki hakimiyeti ve kudreti artık sona eriyor. 6 yılda çok büyük bir iş
başaran Windows 10, bugün milyarlarca cihaz tarafından çalıştırılıyor.
Çıktığından bugüne 11 farklı ana güncelleme alan 10’un desteği 14 Ekim
2025’te sona erecek. Windows 10, Windows XP ile birlikte tek başına en uzun
süre (5 yıl) son işletim sistemi olarak Microsoft Windows’un as
işletim sistemlerinden biri olmuştur. 10 da, 98, XP ve 7 gibi uzun yıllar
kullanılmaya devam edecektir.
Windows 10’un isim yönüne
tekrar dönecek olursak, böylesi dev bir firmanın sürekli sayıya bağlı ve
sürüm numarasında gerçekçi olmayan 7, 8, 10, 11 gibi sayılarla işletim
sistemi çıkarması eleştirilecek noktalarından biridir. İşletim sistemleri
sürüm numaralarıyla adlandırılır anlayışını 95, 98, 2000, Me, XP ve Vista
gibi isimlerle kırıp önemli bir etki etmişken 7 ve 8’den sonra hala 10 ve 11
gibi adlandırmalar, Microsoft’un isimlendirme üzerine pek de düşünmediği ve
baştan savma hareket ettiği anlamını çıkartıyor. Örneğin Windows 10’un ismi
en azından Roma rakamıyla Windows X olabilirdi. “X” harfi çarpı işareti ve
bir son verme anlamı taşıdığı için o zamanki “Son Windows” algısını
pekiştirecekti.
Windows 11 içinse yine Roma rakamına başvurularak Windows XI ismi
kullanilabilirdi. Belki bu isim Windows XP’yi çağrıştırarak işletim sisteminin
algısının artmasını sağlayabilirdi. Veya bu Windows’a,
“Vista” gibi tüm dillerde kolaylıkla söylenebilen, güzel anlamlı bir
adlandırma yapılabilirdi.
Windows 11 ile birlikte
Microsoft, yine 10’un çıkışında olduğu gibi Android uygulamaları çalıştırma
sözü veriyor. Umarız bu kez başarılı olurlar. Arayüz olarak kullanıcıların
birçoğunu tatmin etmeyen ve gerçekten de görünüm olarak pek fazla
gelişemeyen Windows 10’un aksine Windows 11, keskin arayüz değişiklikleri ve
yenilikleriyle de karşımıza çıkıyor. Ortadaki başlat menüsüyle Apple
macOS’in Dock’ına benzediği iddia edilse de Windows Görev Çubuğu işlev
olarak Dock’tan hayli farklıdır. Ortadan başlat menüsü ve simgelere sahip
farklı hayali Windows konseptleri 2008’li yıllardan beri var olduğundan,
iptal edilen Windows 10X ve yeni çıkan 11’deki bu hamle pek heyecan
vermese de yeni Insider sürümleriyle birlikte diğer alanlardaki tasarımların
da gelişip güzelleşmesi 11’e yönelik umutları artırmakta.
Görev Çubuğu’ndaki Başlat ve
simgelerin ayarlardan tekrardan alışıldık haline geri alınabilmesi pek
konuşulmasa da büyük bir özelliktir. Microsoft burada tekrardan bir Windows
8 olayı yaşamak istemediğini açıkça belli etmektedir. Peki bu seçenek neden
Windows 8’e konulmadı? Başlangıç ekranının bir köşesinde bir büyültme
küçültme simgesi konulup kullanmak istemeyenler için tekrardan Windows 10
tarzı bir Başlat Menüsü’ne dönüş seçeneği bırakılabilirdi. Böylelikle hem
“Canlı Kutucuklar” hem de klasik Başlat Menüsü de kullanılabilecekti. Tablet
ve dokunmatik ekrana sahip cihazlarda da Başlangıç ekranı varsayılan
olacaktı. Eğer böyle olsaydı ne 8.1 gibi tuş getiren bir düzeltme (8.1,
arka planda birçok teknik iyileştirme içerse de görünürde Başlangıç yerine
klasik masaüstüne açılması ve görev çubuğuna Windows logosunun geri gelmesi
ön plandaydı.) ne de Başlat Menüsü’nü getiren 10 sürümü hiç çıkmamış
olacak ve uzun yıllara mal olan bir sürüm israfı hiç olmamış olacaktı.
Belki de bugün daha farklı Windows sürümleriyle muhatap oluyor olacaktık.
Bizim ve binlerce insanın aklına gelen bu düşünceler belli bir zeka
düzeyindeki, en iyi eğitim süreçlerinden geçip o konumlara gelmiş Microsoft
çalışanlarının aklına gelmemiş ve şirket içerisinde tartışılmamış olamaz.
Bütün bunların sebebi tekel döneminin de özgüveniyle herkese kendi
istedikleri standardı dayatma anlayışından geliyor olabilir. Gates döneminin
"nerd" havası, sertliği ve içe kapanıklığı, (açık kaynak karşıtlığı)
Ballmer döneminin değişik ürünlerle dikkat çekme çabası ve gelgitleri,
şirketi sektörde kuralları koyan ve tepeden bakan kibirli bir havaya sokmuş
olabilir. Çünkü Windows’la ve onun birçok alt teknolojileriyle başarılı
olmaları, Windows 3.1’den Windows 95’e olan keskin geçişin olumlu
karşılanması gibi (10 yıl süreyle kullanılan eski Windows ortamından
Windows 95’le birlikte yeni, şu an alışık olduğumuz masaüstü ortamına
geçişte kimse olumsuz bir tepki göstermemiş ve kolayca kabullenilmişti.)
sonuçlar Microsoft’u Windows 8’de de başarılı olacağına inandırmış
olabilirdi. Bu sert zihniyet 90’larda başarılı olmuştu ancak 2010’ların
laçkalaşan dünyasında işe yaramayacaktı. 2014’te göreve gelen Satya
Nadella’yla birlikte gelen gerçek anlamda esneklik ve süreklilikle şirkette bazı şeyler kabullenilip ona göre çözümler
üretilmeye başlanmıştı.
Windows 11’e tekrar dönecek
olursak bugün itibariyle kullanıcı oranı daha işletim sistemi piyasaya
çıkmadan neredeyse yüzde 1 olmuş durumda. Bu da 11’e hem ilginin büyük
olduğunu hem de geçiş isteğinin olduğunu ve başarılı olabileceğini
gösteriyor. Windows 11’le birlikte artık Windows’a tekrardan bir mobil
sürümün gelmesi gereklidir. Mobil piyasada artık Android-iOS danışıklı
dövüşünün sona erdirilmesi lazımdır. Mobil piyasada daha fazla farklı
işletim sistemleriyle rekabet arttırılmalıdır. Bunu da yapabilecek en büyük
güce sahip olan Microsoft Windows’tur. 11’in duyurulmasıyla birlikte
öğrendiğimiz TPM 2.0 (Trusted Platform Module yani Güvenilir Platform
Modülü) olmayan bilgisayarların desteklenmemesi, belki yeni bilgisayar ve
donanım satışlarını artırmak için belki de Microsoft’un bu konuda aldığı
patentleri artık hayata geçirmek için yaptığı bir hamle olsa da çoğu
bilgisayarın Windows 10 ve öncesinde kalmasına sebep olabilir. Böylelikle de
Microsoft, Vista’yla yaşadığı donanım sıkıntısını tekrar yaşayabilir. Bu
durumun tekrar oluşmaması için Microsoft’un TPM’yi desteklemeyen eski
bilgisayarlara yönelik bir “Windows FLP, Home Basic, Starter veya Lite” gibi
bir Windows 11 sürümü çıkarması gerekmektedir. Windows 11, eğer
kullanıcıların isteklerini daha çok ön plana alıp geliştirilirse Windows
10’un yerini hızlıca alabilecek ve yeni alanlara doğru daha güvenle yelken
açabilecektir. Windows 11 doğru değerlendirilirse Microsoft için yıllardır
kaçırılan fırsatları yakalayıp Microsoft’un tekrardan küresel ekosistem
hakimi olmasını sağlayacaktır.
29 Temmuz 2021
Şu görsele baktığınızda
hemencecik “Eski bir bilgisayar işte.” diye ezbere düşünmeyin. Eski;
eksiktir, kötüdür sanılmamalı. Aslında eski diye bir şey yoktur. Her şey
şimdi olmaktadır. Zaman, aklın bir oyunudur. İnsanlar evrenin ve doğanın
işleyişine bir anlam verip işlerini planlı yapabilmek için zaman kavramını
ortaya çıkarmışlardır. Tek gerçek şimdiki zamandır. Geçmiş yaşanıp
bitmiştir, gelecek ise şimdiki zamana bağlıdır. Şu andaki eylemler geleceği
belirlemektedir. Bundan dolayı tek gerçek şimdidir. Bu yüzden şimdide var
olan bir şeyi eski diye etiketlemek yanlıştır. Eğer eski algısında
kalırsanız eski olarak nitelendirdiğiniz şeyin size hizmet etmeyeceğini,
beklentilerinizi karşılayamayacağını düşünürsünüz ve kötü hislere yol alarak
bu düşüncenizi kanıtlarsınız. Halbuki bu algıdan kurtulduğunuzda, eski
dediğiniz şeyi özelliklerine ve türüne göre sınıflandırıp hayatınızda olumlu
bir şekilde alırsınız. Neklatek olarak biz “Klasik Teknoloji” adlandırmasını
tercih ediyor ve klasik teknolojiyi olumlu olarak takdis ediyoruz.
27 Nisan 2021
Günümüzde sözde yerli olduğunu
söyleyip Google, Yandex, Bing, ntent.com gibi altyapıları kullandığı halde
insanları reklamlarında ve paralı basın bültenlerinde yanıltarak,
"Türkiye’nin verisini Türkiye’de tutmaktan" bahseden ve ilk yerli arama
motoru olduğunu iddia edenleri bir kenara bırakın. İşte size
en az bunlarınki kadar yerli bir arama motoru: Tüm Türkiye Tarayıcısı.
Türkiye’nin ilk Arama Motoru olan Tüm Türkiye Tarayıcısı
(TTT) 1996 yılının başında Türkiye’deki Internet kullanıcılarının
eksikliğini duyduğu arama motoru ihtiyacını karşılamak amacıyla Murat Balcı
tarafından Ege Üniversitesi Bilgisayar Araştırma ve Uygulama Merkezi (BAUM)
bünyesinde Harvest sistemi kullanılarak akademik bir kimlikle kuruldu. Tüm
Türkiye Tarayıcısının isim babası Volkan Gazioğlu’dur. Başlangıçta kısıtlı
kaynaklar ve düşük bant genişliği ile çalışmış olan TTT o yıllarda büyük bir
eksikliği karşılamıştır. 1996 yılının sonlarında TTT, ISPRO Internet Servis
Sağlayıcı şirketinin bünyesine katılarak ticari bir kimlik kazanmıştır.
1998-1999 yıllarında faaliyetlerine ara veren TTT, 15 Ocak 2000 tarihi
itibarı ile Proda Bilgi Sistemleri bünyesinde daha hızlı ve gelişmiş
imkanları ile tekrar faaliyete geçmiştir. Yeniden faaliyete geçildiğinde "ttt.com.tr"
alan adını yerine "tumturkiye.com" alan adına kullanılmaya başlanmıştır. Tüm Türkiye Tarayıcısı “Spider”
mantığı ile hareket eden bir arama motorudur. TTT sadece Türkiye de
bulunan sonu .TR ile biten siteleri ve Türkçe içerikli siteleri indeksine
dahil etmiştir. Bu yolla Türkçe içerikli sayfaların daha hızlı bulunabilir
ve ulaşılabilir olmasını amaçlanmıştır. 2003’ten sonra site kentcell.com’a
yönlendirilmiş, 2005’te de proda.com’a yönlendirilerek yayın hayatı
sonlandırılmıştır. Üst kuruluş olan yazılım firması Proda ise 2011’den sonra
alan adını duraklatmıştır. Şu anda ise "tumturkiye.com" alan adı satılık
olarak beklemektedir.
Sadece TTT değil daha sonra
çıkan, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde geliştirilen, kendi Bot’ları ve
algoritması olan Araturka.com’u da kaybolan yerli arama motorları arasında
anmak gerekir. Daha böyle birçok girişim bulunmaktaydı.
İnsanların kendilerine kitle
iletişim araçlarıyla dikte ettirilenleri sorgulamadan hemen kabul etmemesi
gerekir. Arama motoru adı altında insanları "yerli" diye kandırıp rezillikten
başka bir şey yapmayanlara inanmak yerine önce onların müşterilerine nasıl
davrandığını, tabiri caizse nasıl “yolduklarını” ve nasıl her devrin adamı
olduklarına bakmak ve onları sorgulamak gerekir.
Maalesef günümüzde ülkemizde teknoloji alanında, çok büyük bir teknoloji
geliştiriyormuş gibi görünmeye çalışan, ancak tek dertleri Türk Milletini maddi ve manevi olarak
sömürmek olan şark kurnazı tipler de bulunmaktadır. İnsanları dolandırma amaçlı kurulduğu
ortaya çıkan çoğu web sitesi, uygulama ve kripto borsa örnekleri de
ülkemizde teknolojiye bakışın "avanta para" odaklı olmaktan öteye
geçemediğini göstermektedir. Teknoloji adı altında yapılan vasat fuarlarda ise
bilişimden başka her şey olup, güç gösterisinden başka bir şey
yapılmamaktadır. Birçok teknolojik kurum da tabela ve
kartvizit kurumu olmaktan öteye geçememekte, birkaç göstermelik iş
yapıldıktan sonra oradaki kişilerin birer gelir kaynağı ya da başka şeylerin yapıldığı yerler olmaktan başka bir
işe yaramamaktadır. Birtakım teknolojik işler yapan kurumlar olsa da onlar
da küresel düzen ne tarafa çekerse o tarafa giden şuursuz bir teknolojik
anlayıştalardır. Türkiye'de maalesef kendine has bir teknolojik anlayış ve
biçem geliştirilememiştir. Tamamen vasat bir taklit anlayışı söz konusudur.
Dünya son sürat bambaşka bir distopyaya doğru koşarken, ülke olarak bizim de
o distopyada hevesle rol kapmaya çalışmamız utanç vericidir. Tarih boyu hep
iyi niyetle kendi biçemini ve kendi kurallarını koyan bir millet olarak, son
yıllarda çoğu konuda düştüğümüz ataleti üstümüzden atarak teknolojide de saf,
pozitif bir yol belirlemeli ve içimizdeki şuursuzca kötülüğe yönelen
zihniyetlerden de arınmamız gerekmektedir.
15 Şubat 2021
2002’de
hayatımıza giren “Çelik”, Arçelik’in reklam yüzü ve maskotuydu. Çelik, 2002
yılında Arçelik’in yaptığı kurumsal imaj değişiminin en önemli unsuruydu.
Ondan sonraki en büyük yenilik ise “arçelik” logosuydu. Arçelik’in web
sitesinde önceki “tepeden bakan sert sanayici” olarak tanımlanan “sinirli”
logo, yerini eğri kırmızı bir kare ve küçük harflerle yazılmış “arçelik”
logosuna bırakarak firmanın artık daha mütevazi biçimde müşterilerine yakın,
sade ve sakin, teknolojik ama yumuşak oluşunu simgeliyordu. Arçelik’in yeni
amblemi, müşteri beklentilerine göre şekil alabilme gücünü, esnekliğini ve
kararlılığını göstermekteydi. Logodaki kıvrımda, gülen müşteri ve şekil alan
çelik gizleniyordu. Arçelik’in yeni logosunu dünyaca ünlü grafik sanatçısı
Ivan Chermayeff tasarlamış, robot Çelik de bu tavır değişikliğini insanlara
daha fazla belli etmek için oluşturulmuştur.
Arçelik’teki değişimi haber
veren onlarca reklam çekilmiş, sempatik reklam serilerinde Çelik’i Özkan
Uğur seslendirmişti. Çelik’in sesi, Özkan Uğur’un konuşmasının dijital bir
efektle mekanikleşmiş halinden oluşuyordu. Seslendirme sırasında Özkan
Uğur’un yaptığı jestler ve mimikler de Çelik’in bazı hareketlerinde aynen
kullanılmıştı. Arçelik’te tüm bu kurumsal değişimin maliyeti 4 milyon dolar
civarı tutmuş, bu değişim ve tanıtımlar sonrası Arçelik markasının
bilinirliği ve yaygınlığı daha da çok artmıştır. Arçelik’in değişimi anlatan
reklam filmleri, Y&R/Reklamevi tarafından hazırlanmıştır. Sinan Çetin
tarafından çekilen reklam filmlerinin tüm 3D animasyonları Anima’ya aittir.
Sadece Çelik’in kolunun oluşum sahnesi bile, 30 saat süren bir çalışmayla
ortaya çıkmıştır. Çelik’in tasarlanmasında Arçelik’in güncel ürünlerinden
Orbital serisinin genel çizgileri temel alınmıştı.Y&R/Reklamevi ve Anima’nın
ortak çalışmasıyla tasarım iki ayda bitirilmişti. Robotun gerçek gibi
görünebilmesi için filmin geçtiği Çayırova fabrikası, dijital ortamda tekrar
üretilmiş ve yapılan animasyon bu ortamın içine uyarlanmıştı. Ayrıca gerçek
mekanın içine Çelik’i yerleştirmek için Hollywood filmlerinde kullanılan,
Star Wars’ta görülen özel efektler ve birleştirme tekniklerinden
yararlanılmıştı.*
Çelik özellikle çocuklar
tarafından çok sevilmiş ve üretilen oyuncakların satışları o zamanın
parasıyla 500 milyar TL’ye ulaşmıştı. Çin’de ürettirilen Çelik’in
oyuncağı, metal görünümlü plastikten yapılmıştı. Reklamlardaki gibi
konuşuyor, gözleri ve ağzı açılıp kapanıyor, reklamlardaki gibi ‘‘Selam, ben
Çelik, Arçelik, ya sen kimsin?’’ diyordu. El çırpıldığında ise ‘‘Arçelik
demek, yenilik demek!’’ şarkısını söylüyordu ancak reklamlardaki gibi
hareket etmiyor, istenirse kolu ve bacağı oynatılabiliyordu.
Yıllar
boyunca Çelik, Arçelik reklamlarında oynayarak hafızalara kazınmış ve
Arçelik’in ticari başarısında da önemli bir rol oynamıştır. 2012
yılında, Çelik’li reklamlara ve oyuncaklara, ‘‘Çeliknaz’’ adlı, birtakım kalıplaşmış yargılara göre oluşturulmuş bir robot daha
katılmış ve sanal karakterlere insana ait özellikler yükleyerek, reklamlarda
evlilik konusunun işlenmesiyle Arçelik’in en çok iş yaptığı ve hitap ettiği kitle
olan yeni evliler ve yeni evlenecek tüketicinin sempatiyle bağ kurması amacı güdülmüştür.
Fakat önceden daha çok Arçelik ve teknoloji odaklı olan reklamlar, Çeliknaz dahil olduktan sonra
salt evliliğin olağanüstü bir şey olarak vurgulandığı temasıyla, robot ve teknoloji anlamından kopmuş ve sığlaşmıştır.
Ancak uzun bir süredir (2018’den
beri) Çelik reklamlarda görülmemeye başlamıştır. Buna
karşılık önceden Çelik’le ilgili sayfalara Arçelik web sitesinden
ulaşılamamakta ve maketleri de bayilerde artık görülmemektedir. Yandaki
fotoğrafta görüleceği üzere daha önceden Rahmi M. Koç Müzesi’nde sergilenen
Çelik’in bir maket örneği müzenin çevresinde gereksiz yığınların bulunduğu
bir yerde atıl bir vaziyette durmaktaydı. Bu durum belki de artık Arçelik’in
Çelik’ten vazgeçtiğini gösteriyor olabilir. Bizce böylesi bir eylem Arçelik’e
imaj olarak büyük bir zarar verecektir. Arçelik denince akla gelen ilk şeyi
markadan uzaklaştırmak Arçelik’in rakiplerinden farklı oluşunu ortadan
kaldıracak ve markayı onlarla aynı seviyeye çekecektir. Günümüzde yapay zeka
ve robotların gündemde olduğu ve dünya çapında hızla geliştirilmeye çalışıldığı böyle bir zamanda Çelik fırsatını kullanamamak
firma açısından talihsiz bir durum olabilir. Yakın gelecekte, gelişecek teknolojiyle
birlikte Çelik’in yapay zekaya sahip gerçek bir örneğinin üretilmesi Arçelik
için büyük bir atılım olacaktır. Robotun seri üretimi yapılabilir ve
insanlara yardım eden bir yapay zekalı makine olarak satışa sunulabilir,
Arçelik bünyesinde ise ürünlerinin teknik servisi olabilir, belki animasyon yerine gerçek olarak reklamlarında
oynayabilir veya bayilerinde çalışan olarak sunulabilir. Çelik, en azından Honda’nın Asimo’su
gibi sınırlı sayıda üretilip sergilenerek firmaya prestij kazandırılabilir. Eğer bu
gerçekleştirilirse Arçelik bir anda devler ligine çıkacak ve dünyada sayılı
değerli bir marka haline gelecektir. Böylelikle geçmişte cep telefonu, dijital kamera, bilgisayar vb. cihazlarla piyasaya girdiği halde üzerine yapışan beyaz
eşyacı algısından da kurtulabilecektir.
17 Aralık 2020
Windows Longhorn, Windows
Vista’nın geliştirilme aşamasındaki kod adıdır. Windows Longhorn’un
geliştirilmesi Mayıs 2001’den Kasım 2006’ya kadar sürmüştür. Microsoft,
Longhorn’u başlangıçta 2003’ün sonlarında Windows XP ile Windows 7 yani
Blackcomb (o zamanlar ileride 7 olacak Windows’tan Blackcomb kod adıyla
bahsediliyordu ve 2007’de piyasaya sürülmesi planlanıyordu.) arasında
ara bir XP güncellemesi olarak konumlandırmayı planlıyordu. “Longhorn” ismi
bu plana bir göndermeydi. Whistler ve Blackcomb, Kanada’da British
Columbia’daki büyük kayak merkezleri iken, Longhorn ziyaretçilerin dinlenmek
için gittiği iki dağ arasındaki bir yerin adıdır. Geliştirilme süreci
ilerledikçe Microsoft, Blackcomb için planlanan bazı özellikleri Longhorn’a
eklemeye başladı. Bu özellikler arttıkça bir süre sonra Blackcomb ekibi de
Longhorn projesine katıldı. Bir süre sonra Longhorn ayrı bir işletim
sistemine dönüştü. PDC 2003’te (Professional Developer
Conferance/Profesyonel Geliştiriciler Konferansı) resmen Longhorn
markasıyla tanıtım yapılarak bu yeni işletim sisteminin 2004’te çıkacağı
açıklandı. Gün geçtikçe çıkış tarihleri birçok kez ertelendi. Microsoft’taki
geliştiricilerin çoğu Windows XP’nin güvenliğiyle performansını artırmak ve
Server 2003’ü geliştirmek için çalışıyordu. Devam eden gecikmeler ve yeni
özellik eklemeyle ilgili endişeler bir süre sonra paniğe neden oldu. Bazı
Microsoft çalışanları Longhorn projesini “başka bir Cairo” veya “Cairo.NET”
olarak tanımlıyorlardı. Cairo, şirketin 1991’den 1996’ya kadar geliştirmeyi
sürdürdüğü ve bir türlü hiçbir zaman piyasaya sürülemeyen, bugün güncel
Windows’larda kullanılan birçok yeniliğin var olduğu bir işletim sistemiydi.
Çoğu Longhorn yapısında, işletim sisteminin iyi performans sergilemesini
engelleyen büyük Explorer.exe sistem ve bellek sızıntıları vardı. Sonraki
yapılarda ise geliştirme ekiplerinde daha fazla kafa karışıklığı yaşanmaya
başlanmıştı. Microsoft 26 Ağustos 2004’te Longhorn projesinde önemli
değişiklikler yaptığını duyurdu. Longhorn, XP kod tabanından Server 2003 kod
tabanına alınıp yeniden geliştirilecekti. NTFS’nin yerine geçecek olan WinFS
dosya sistemi, Windows Cairo’dan beri bekleyen Kitaplıklar özelliği (Daha
sonra Windows 7’ye eklendi.) ve Palladium kod adlı, bazı uygulamaları ve
dosyaları yaratıcılarının da kontrol edebileceği şekilde yalıtılmasını,
sınırlı sayılarda kullanılabilmesini, şifrelenebilmesini, üçüncü taraf
uygulamalara karşı korunup hak sahiplerinin isteğine göre yok edilip
kullanılamaz hale getiren, virüslere karşı koruma sağlayan (YouTube
mantığında çalışan bir işletim sistemi düşünün. Yani orijinal olarak satın
almadığınız, korsan olarak bilgisayarınıza kopyaladığınız bir müziğin telif
hakkı bildirimi alarak kaldırılmasını ve bir daha kullanılamamasını sağlayan
donanım destekli bir yazılım mimarisi. Kısacası kontrolünüzde olmayan bir
işletim sistemi gibidir. Bu nedenle gelen tepkiler yüzünden Longhorn’a
yeniden başlanmadan önce bile bu teknoloji rafa kaldırılmıştır.) ve
bugün yeni nesil bilgisayarlarda kullanılan TPM teknolojisinin de çıkış
noktası olan Yeni Nesil Güvenli Bilgi İşlem Tabanı (NGSCB) adlı yeni
bir mimari gibi (Daha sonra buradan BitLocker özelliği Vista’ya eklendi.)
önceden duyrulan birçok özellik kaldırıldı veya bazı özellikleri kırpılmış
olarak yeni işletim sistemine eklendi. Bu özelliklerden bazıları hala yeni
Windows’larda bile mevcut değildir. Bu yüzden yeniden başlangıç dönemi
öncesi geliştirilen Longhorn’lara Pre-Reset, sonrasına ise Post-Reset
denildiği rivayet edilmektedir. Bütün bunlar olurken üstüne üstlük 2005
yılında bir de Mac OS X Tiger’ın çıkması Microsoft’ta morallerin iyicene
bozulmasına sebep olmuştu. Çünkü Longhorn için yıllardır çalışılan
yeniliklerin bazıları bu işletim sisteminde de mevcuttu. Longhorn’un
geliştirilmesinin sıfırlanması sonrası Omega 13 olarak adlandırılan
yapılardan Post-Reset Build 5048 yapısının Windows XP’ye 2003 ve 2004’ten
önceki Longhorn yapılarından bile daha fazla benzemesi birçok kişiyi
şaşırttı. Bu durum işletim sisteminin yıllarca geriye gittiğine ve hiçbir
gelişme sarf edilmediğine yorulmuş ve Microsoft yoğun bir şekilde
eleştirilmişti. Bunu düzeltebilmek için Microsoft’un birkaç yıl daha
çalışması gerektiği düşünülüyordu ve Windows ile PC’lere çağ atlatacak
özelliklerden vazgeçilmesi bilgisayar camiasındaki çoğu kişinin umutlarını
azaltmıştı. Daha sonra Microsoft yoğun bir çalışmayla Beta 1 yapılarını
XP’den farklı kılacak olan önceden planlanan birçok yeniliği eklemiş ve
durumu toparlamıştı. Longhorn, 2005’in ortalarında Vista olarak
adlandırılmış ve yüz binlerce gönüllü kişinin ve şirketin katıldığı bir Beta
test programı çeşitli süreçlerle Vista’nın yayınlandığı döneme kadar devam
etmiştir. Windows Vista 30 Ocak 2007’de yayınlanmıştır. Vista, kısa bir
sürede 140 milyondan fazla satarak Microsoft tarihinin en hızlı satılan
işletim sistemi olmuştur.
Yepyeni bir dosya sistemi,
arayüz ve özelliklere sahip olan, hatta mobil sürümü bile düşünülen Windows
Longhorn, gerçekleşemeyen bir hayal olarak yitip gitmiştir. Windows NT 5.1
tabanlı Longhorn, aşağı yukarı 4 yıl kadar bir sürede geliştirilmişken Vista
ise 2 yıllık hızlı bir süreç sonunda Windows NT 5.2 kod tabanına göre
geliştirilmiş ve piyasaya sürülmüştü. Bu yüzden Vista’nın RTM sürümünün
tarafımızca öyle gözlemlenmese bile uyumsuz ve yavaş olduğu ancak zamanla
SP2 ile toparlanabildiği iddia edilmektedir. Ayrıca Windows 2000 ve XP’deki
sürücü modelinin kaldırılıp yerine yeni Longhorn sürücü modelinin
konulmasıyla donanımda çok büyük uyumsuzluklar ortaya çıkmıştı. Donanım
üreticileri de bu sürücü modeline göre yeniden sürücü yazmak zorunda
kalmışlardı. Windows Vista’nın çıkmasından sonra bile donanım üreticileri,
baştan savma bir şekilde yapılmış sürücüler yazmışlar veya hiç
yazmamışlardı. Bu da Vista’nın eski donanımlarla uzun süre düzgün
çalışamamasını sağlamıştı. Zaten 2007’de çıkmış olan Vista, 1 sene sonra da
Windows 7’nin çıkmasıyla boşa giden bir emekler silsilesi haline gelmiştir.
İlk başta Vista SP3 olarak planlanan Windows 7, Vista’ya yönelik yükselmekte
olan hoşnutsuzluk üzerine ayrı bir sürüm olarak çıkartılmıştır. 7 ile
birlikte hem çekirdek hem de kimi özellikler bazında sadeleştirilmeye
gidilmiş, eski ve düşük donanımlarda daha rahat çalışabilen Vista’nın devamı
olan bir işletim sistemi ortaya çıkmıştır. Microsoft en azından 2010’a kadar
işletim sistemi çıkarmayıp Vista’yı geliştirmeye devam etseydi Ekim 2009’da
tüm dünyada %25’lik kullanım oranına ulaşan Vista önemli bir yer
edinebilirdi. Bizce, sıfırlama öncesi Longhorn döneminde geliştirilmekte
olan “Plex” ve “Slate” gibi arayüzler ve bazı ufak Longhorn özellikleri (Örnegin
PowerToys özellikleri de standart olarak eklenebilirdi.) yeni Windows’un
önünü kesmeyecek kadar 2004 yılında çıkan Windows XP SP2’ye dahil edilerek
hem kullanıcının nezdinde beğeni kazanılabilir hem de piyasada geri kalmanın
önüne geçilmiş olurdu. Yeni çıkaracakları işletim sistemini de daha rahat
geliştirebilir ve piyasaya sürebilirlerdi. Tabi gerçekte o dönem ne gibi
durumlar olduğunu bilemeyiz. Elbet ki Longhorn’dan vazgeçilmesinde
Microsoft’takilerin bir bildikleri vardı. Ama günümüzde Longhorn’daki
fikirlerin boşa gitmediğini görmekteyiz. Simgelerin görev çubuğunun
ortasında olması Windows 11'le, ekranın sağından çıkıp
bir süre sonra kaybolan bildirimler Windows 8’le, mesaj yazılabilen ve
bildirimlere bakılabilen kenar çubuğu ise Windows 10’da İşlem Merkezi olarak
geri dönmüştür. Ama Longhorn’daki kenar çubuğunu sakın Vista ve 7’deki
Sidebar ile karıştırmayın. Longhorn’daki kenar çubuğunun aktif olarak
sürekli kullanılma durumu varken, Sidebar saat ve takvim gibi araçların
bulunduğu çok kullanılmayan bir süs niteliğindeydi. İşlem Merkezi’nin yanı
sıra artık WinFS’nin ve “Aero” tarzı şeffaf yoğun görsel efektlerinde tekrar
yeni Windows’lara eklenmesini temenni ediyoruz. Bir zamanlar Cairo’daki
özelliklerin ileriki Windows’larda vücut bulması gibi elbette zamanla
Microsoft o dönem bir takım talihsizlikler nedeniyle gerçekleştirilemeyen
Longhorn’daki üstün özellikleri yeni Windows’lara ekleyecektir ve Windows,
hayal ve beklentilerimizdeki noktaya ulaşacaktır.
7 Ağustos 2020
Windows Vista gerçekten çok
güzel ve zamanının ötesinde bir işletim sistemiydi. Ama o dönemde bir önceki
işletim sistemi olan Windows XP, çıkışından 6 yıl boyunca Microsoft’un
amiral gemisi olarak piyasanın tek hakimiydi ve bilgisayarlar Windows XP’ye
yetecek kadar özelliklerle üretiliyordu. O sıralarda diğer bilgisayar
teknolojilerinin gelişimi de Windows’la birlikte duraklamaya girmişti.
Örneğin Intel’in amiral gemisi olan Pentium 4 de 2000’den 2006’ya kadar
piyasanın tek hakimiydi ve herkes bu işlemciyi tercih ediyordu. O dönem
sadece yeni konsept teknolojiler fuarlarda sergileniyordu. Belki de o dönem
herkes Microsoft’a odaklıydı. Microsoft’un Vista’yı geliştirmesi uzadıkça
Intel ve diğerleri de Microsoft’u bekliyor olabilirdi. Piyasadaki
duraklamayı engellemek için Microsoft, Windows XP x64 Edition, Media Center
Edition, Starter Edition ve FLP gibi sürümler çıkarmış ve bu da XP’yi hayli
güçlendirmişti. Intel ise Pentium 4’ü önce Soket 423 tipi olarak üretmiş
daha sonra Soket 478 tip Pentium 4 uzun süre piyasada kalmış ve 2004’te
LGA775 soketinde Pentium 4 versiyonunu çıkarmıştı. Intel, Pentium 4’ün
Pentium D ve Extreme Edition olarak da versiyonlarını piyasaya çıkarmıştı.
Pentium 4’te bu şekilde piyasada çok güçlü bir konuma erişmişti. 2007’de
Windows Vista çıktığında çoğu bilgisayara XP ve Pentium 4 ikilisi hakimdi.
Çoğu bilgisayarın sistem özellikleri de “XP-Pentium 4-512 MB RAM-64 MB Ekran
Kartı” şeklindeydi. Haliyle Windows Vista üstün grafik özelliklerine sahip
olduğundan, CD yerine DVD ile kurulan, (DVD o zamanlar herkeste yoktu ve
pahalı bir donanımdı.) sabit diskte daha fazla yer kaplayan yeni nesil bir
işletim sistemi olduğundan bu tür bilgisayarların donanımları Vista için az
gelecekti. İnsanlar bilgisayarlarına Vista kursa bile ya yavaş çalışıyordu
ya da kurulumda sorun çıkıyordu. Vista’nın kurulmasının uygun olacağı
bilgisayar özellikleri “Core 2 Duo-2 GB RAM-512 MB Ekran Kartı” şeklindeydi.
2001-2006 döneminin durağanlığı sebebiyle insanların çoğu ya
bilgisayarlarını yenisiyle değiştirmiyor, ya Vista’yı bu bilgisayarlara
kurmaya çalışıyor, ya da XP ile devam etmeyi seçiyorlardı. Bilgisayar
üreticileri de önceki dönem alışkanlıklarından düşük konfigürasyonlu
bilgisayarlar üretip bunlara Vista’yı kuruyorlardı. Durum böyle olunca
dilden dile Vista’nın yavaş ve kötü olduğu söylentisi yerleşti ve insanlar
Vista’lı yeni bir bilgisayar aldıklarında bile onu silip XP yüklediler.
Aslında bu yeni nesil sistemlere geçiş için şarttı ve Windows Vista da bu
geçiş sürecinin kurbanı ve sorumlusu oldu. Windows Vista’nın yüksek sistem
gereksinimleri olmasaydı bugün Windows 7 ve sonrasından bahsediyor
olamazdık. Microsoft da bu durumu fark ettiği için Vista’nın çıkışından 1
yıl sonra Windows 7’yi piyasaya sürdü. Bu geçiş dönemi Windows 7 ile
birlikte tamamlandığı için bir sürü yeni bilgisayar satıldı ve Windows 7
uzun yıllar piyasada lider işletim sistemi oldu. Windows Vista ise maalesef
hor görülüp çabuk unutuldu ve Microsoft 3 yılda bir işletim sistemi çıkarma
kuralını bozduğu için bütün suç Vista’ya kaldı. Aslında XP’den sonra 2003’te
yeni bir Windows işletim sistemi çıkması gerekiyordu. Eğer çıksaydı yavaş
yavaş donanımlar yükseleceğinden 2006 yılında çıkacak “yüksek” özellikli bir
Windows, bilgisayar kullanıcıları için sorun yaratmayacaktı. Aslında Windows
Vista iyi bir sisteme kurulduğu zaman çok keyif verici bir işletim sistemi
olmaktadır.
12 Temmuz 2020
Tarihler 1999’u gösterdiğinde
Microsoft, MS-DOS ile Windows NT’nin arasında bir yol ayrımındaydı. MS-DOS
tabanlı Windows işletim sistemleri ev kullanıcılarına ve genel kullanıma hitap ederken, Windows
NT kurumsal iş kullanıcılarına hitap ediyordu. Bu da PC’lerde çift başlılık
oluşturuyor, MS-DOS programları NT altında çalışmıyor, Windows 9x altında da
çoğu NT programları çalışmıyordu. Microsoft buna bir çözüm arayışına
girmişti. Bir yanda 12 Ağustos 1981’den bu yana var olan MS-DOS ve ondan
türetilmiş Windows’lar, (1x, 2x, 3x, 9x) bir yanda tamamen bağımsız,
yeni 32 bit bir işletim sistemi olan “Yeni Teknoloji” NT vardı. Microsoft
doğal olarak seçimini sağlamlığı ve güvenilirliği ile kendini kanıtlamış
yeni Windows NT‘den yana kullanmış, MS-DOS ve ondan türetilmiş Windows’ları
bir daha üretmemeye karar vermişti. Microsoft, 2000’de ev kullanıcılarını
mahrum bırakmamak için Windows Me’yi çıkarsa da bu kararından ötürü 2010’a
kadar desteklenmesi gereken Windows Me’nin desteğini 2006’da Windows 98’le
beraber kesmişti. Ancak Windows NT işletim sistemleri, soğuk ve katı
yapılarıyla ev kullanıcılarına uygun değildi. Microsoft öyle bir işletim
sistemi yapmalıydı ki hem NT’nin iş uygulamalarıyla hem de MS-DOS ve 9x
programlarıyla aynı anda çalışabilmeliydi. Bu amaçla 1999 yılında Windows
Neptune ve Windows Odyssey işletim sistemleri geliştirilmeye başlandı. Neptune, NT çekirdeğine
dayanmasına rağmen aslında Windows Me’nin ardılı olacaktı. Microsoft,
Neptune üzerinde çalışan ekipleri 2000 başlarında Windows 2000’in ardılı
olması planlanan Windows Odyssey ile birleştirdi. Daha sonra projeye, Kanada’da British
Columbia’daki bir tatil beldesinin ve buradaki dağın adı olan “Whistler” verildi.
Microsoft, Whistler’la hem tüketici hem de iş odaklı Windows sürümlerini tek
bir Windows NT platformu altında birleştirmeyi amaçlıyordu. Neptune ve Odyssey, aynı kod tabanına
dayalı olacağından, bunları tek bir projede birleştirmek daha mantıklıydı. Nisan
2000’de WinHEC’de (Windows Donanım Mühendisliği Topluluğu, Microsoft’un
Windows aygıtları için donanım planlarını hazırladığı bir dizi teknik
konferans ve çalıştaydır.) Microsoft, Whistler’ın yeni bir modüler
mimariye, dahili CD yazma, hızlı kullanıcı değiştirme ve Windows Me
tarafından sunulan çoklu ortam özelliklerinin güncellenmiş sürümlerine
odaklanan erken bir yapısını duyurdu. O dönem, Windows genel müdürü Carl
Stork, Whistler’ın aynı mimarinin üzerine inşa edilen hem tüketici hem de iş
odaklı sürümlerde piyasaya sürüleceğini ve Windows arayüzünü daha sıcak ve
daha kolay hale getirmek için çalışacaklarını belirtiyordu. Haziran 2000’de
Microsoft teknik beta test sürecine başladı. 13 Temmuz 2000’de PDC’de (Profesyonel
Geliştiriciler Konferansı) Microsoft, Whistler’ın 2001’in ikinci
yarısında piyasaya sürüleceğini duyurdu ve ayrıca ilk önizleme yapısı olan
2250’yi sundu. Daha sonra Watercolor olarak yeniden adlandırılacak
Professional adlı yeni bir görsel stil, Whistler erken sürümlerinde ortaya
çıkmıştı. Ayrıca önceki sürümlerden daha farklı olan iki sütunlu bir Başlat
Menüsü tasarımı da göze çarpıyordu. Bill Gates, CES (Consumer Electronics
Show) fuarında açılış konuşmasında Whistler’dan bahsediyor, işletim
sisteminin en son kurumsal masaüstünün güvenilirliğini eve getireceğini ve
ev kullanıcısı için kullanımı çok kolay hale getireceğini söylüyordu.
Microsoft, 31 Ekim 2000’de 2296 derlemesinde Whistler Beta 1’i yayımladı.
2001 yılının Ocak ayında derleme 2410, daha önce 5.6 olarak bilinen Internet
Explorer 6’yı ve Microsoft Ürün Etkinleştirme sistemini tanıttı. Beta 1’in
yanı sıra, Microsoft’un tepkileri ölçmek için Whistler’ın tüketici odaklı
sürümlerinin sunucu odaklı sürümlere göre, yayınlanmasına öncelik
vereceğini, ancak her ikisinin de 2001’in ikinci yarısında genel olarak
kullanılabileceğini açıkladı. Daha sonra sunucu Whistler; 2003’e ertelenip
Windows Server 2003 olarak sunulmuştur. 5 Şubat 2001’de Microsoft,
Whistler’ın adının artık Windows XP olacağını resmen duyurdu ve XP’nin,
“eXPerience”, yani “Deneyim” anlamına geldiğini belirtti. Tamamlayıcı olarak
da Microsoft Office’in bir sonraki sürümü de Office XP olarak duyuruldu.
Microsoft, bu adın Windows ve ofisin geniş bir cihaz yelpazesine yayılan web
hizmetlerini benimseyerek sunabileceği zengin ve genişletilmiş kullanıcı
deneyimlerini sembolize ettiğini belirtti. Watercolor teması, asla Whistler
ve XP için son tema olmadı. Aslında Microsoft, bildiğimiz Windows XP teması
olan Luna’yı göstermeye hazır olana kadar, Watercolor asıl çalışmadan
dikkatleri çekmek için kullanmıştı. Bizce Microsoft bu hoş temayı Luna ve
Windows Klasik temalarının bir karışımı olarak Windows XP’ye ekleyebilirdi.
Böylece hem görsel bir deneyim hem de performans bir arada sunulabilirdi.
Veya bu Neptune Whistler tasarımı -yeni oturum açma ekranı ve iki sütunlu
olmasa da görsel bir başlat menüsü- Windows Me’ye aktarılabilir ve
Millennium daha farklı ve daha kayda değer bir işletim sistemi olabilirdi.
13 Şubat 2001’de, Seattle’daki MoPOP Popüler Kültür Müzesi’nde düzenlenen
bir basın etkinliğinde Microsoft, Windows XP’nin yeni Luna kullanıcı
arabirimini kamuoyuna açıkladı. Windows XP üzerindeki geliştirme çalışmaları
24 Ağustos 2001’de tamamlanarak üretime geçildi ve PC üreticilerine
Microsoft Redmond Kampüsü’ndeki bir törenle altın renkli alüminyum çantalar
içerisindeki altın CD’lerle teslim edildi. Çantaları teslim alan PC
üreticilerinin temsilcileri ana merkezlerine doğru helikopterle uçtular.
Windows XP’nin geliştirilmesinde 5.000 ila 6.000 Microsoft çalışanı işletim
sistemi üzerinde 32 ay boyunca çalışmış ve yaklaşık 30 milyon satır kod
yazılmıştır. Windows XP, 25 Ekim 2001’deki büyük tanıtımla, genel kullanım
için piyasaya sunuldu ve tarihe en çok kullanılan, en çok sevilen, en uzun
süre piyasada kalan en güçlü işletim sistemi olarak damgasını vurdu.
23 Haziran 2020
Microsoft, 22 Ekim 2009’da
yayımlandığında Windows 7 için 10 yıllık ürün desteği sağlama taahhüdünde
bulunmuştu. Bu 10 yıllık süre şu anda sona ermiş durumda ve Microsoft;
Windows 7 desteğini sona erdirdi. Windows 7 için destek sonu tarihi tam
olarak 14 Ocak 2020’ydi. Artık Windows Update’den teknik destek ve
bilgisayarınızın korunmasına yardımcı olan yazılım güncelleştirmeler
sunulmayacaktır. Neklatek olarak bizim amacımız da elimizden geldiğince
desteği kesilmiş yazılım ve işletim sistemlerini gerek nostalji gerekse de
kullanılabilirlik olarak yaşatmak olduğundan Windows 7 konusunda da
kullanıcılara şimdilik tavsiye ve ipucu niteliğinde destek vereceğiz.
Örneğin şu an Windows Me için gerek internet sitemizde gerekse
videolarımızda teknik ve yazılımsal olarak nasıl iyileştirilip
kullanılabileceği ile ilgili çeşitli kaynaklar yayınlıyorsak, Windows 7’ye
de bu şekilde destek verebilmek için biraz sürenin geçmesi gerekir. Microsoft
bu sıralar Windows 7 kullanıcılarının Windows 10’a geçmesinde ısrar etse de
biz Neklatek olarak çok gerekli bir durum yoksa Windows 10’a geçilmesini
tavsiye etmiyoruz. Çünkü Windows 10 ne kadar iyi bir işletim sistemi olarak
görünse de Microsoft’un Windows 10’un yüklü olduğu bilgisayarlara sürekli
denek muamelesi yaptığı aşikardır. Bu da hem Microsoft’un güncellemeler
dışında bile bilgisayarınızı sürekli kurcalamasını, hem de kesin olmasa da
gizliliğinizi tehlikeye atarak sizin kullanıcı deneyiminizden bir verim
alamamanızı sağlar. Bir işletim sistemi için desteğin kesilmesi o işletim
sisteminin ölmesi, bitmesi, yok olması veya kullanılamaz hale gelmesi
anlamına gelmez. Artık sadece yeni güncellemeler gelmeyecektir. Bizim
tahminimizce Windows 7 önümüzdeki 5-6 sene daha sorunsuzca kullanılabilir.
Eğer güvenlik konusunda endişe ediliyorsa, zamanında Windows XP için bir
kayıt defteri ayarıyla güncellemeler 2019’a kadar uzatılabilmişse Windows 7
için de aynı yöntem denenebilir. Ama yazılım geliştiricileri Windows 7 için
yazılım geliştirmeyi kesmediği sürece bir sorun olmayacaktır. Kaliteli bir
antivirüs programıyla ve internet ortamında da dikkatlice sörf yaparak
Windows 7 ile uzun bir zaman daha devam edebilirsiniz.
24 Ocak 2020
Bloomberg Bussinesweek Türkiye dergisinin 19 Mayıs 2019
sayısından. Açmak için küçük resimlerin üzerine tıklayın.
Nokia, telekomünikasyon ve
teknoloji tarihinin en önemli firmalarından birisidir. 157 yaşındaki bu dev
firma bilinenin aksine ilk olarak kâğıt üreterek faaliyetlerine başlamıştır.
Uzun yıllar boyunca da kâğıt ve enerji şirketi olarak devam ettikten sonra,
elektrik, telefon kablosu ve kauçuk ürünleri de üreterek iş alanlarını
artırmıştır. 1967 yılında ise Nokia Corporation olarak bir konglomerat
haline gelmiştir.
1970’lerde Nokia, ağ ve radyo
endüstrisine girdikten sonra Televa Luxor’u da alarak telekomünikasyon ve
tüketici elektroniği piyasasındaki konumunu güçlendirdi. 1981’de Mobira,
dünyanın ilk uluslararası hücresel şebekesi olan ve uluslararası dolaşıma
izin veren ilk Nordic Mobile Telephone (NMT) hizmetini başlattı. Daha
sonra 1982’de Mobira, Nokia’nın ilk cep telefonu olarak kabul edilebilen
Mobira Senator (Talkman) araç telefonunu üretti. 1980’lerin
sonlarında, Nokia, Ericsson’un veri sistemleri bölümünü satın alarak
İskandinavya’daki en büyük bilgi teknolojisi şirketi haline geldi. 1989
yılında, Nokia, Hollandalı kablo şirketi NKF’yi satın alıp kablo sanayini
Kıta Avrupasına açtı. Nokia, 1990’lı yıllardan itibaren telekomünikasyon ve
GSM cep telefonları üzerine yoğunlaşmaya başladı.
1992’de Nokia, 1010 modeli ile
cep telefonu piyasasına giriş yaparak aşağı yukarı neredeyse 20 yıl süren
mobil piyasasının hâkimiyetini elinde tutmuş, 3210, 8110, 3310, 5110, 1110,
7210, 6600, 5800, N70, N73, N90, N95 ve N8 gibi çok satan başarılı
telefonlar üretmiştir.
Peki, bu kadar iyi ve başarılı
bir geçmişe sahip olan Nokia şu an nerede, hangi konumda? Aslında bu soruyu
sormaya bile gerek yok. O malum olayları teknolojiyle ilgili herkes bilir.
Stephen Elop, Nokia’nın başına getirilince yanlış politikalarıyla, “yanan
platform” söylemleriyle şirketi yanlış bir yöne sürüklemiş ve Nokia’nın en önemli bölümü olan
cep telefonu bölümünü Microsoft’a 7,2 milyar dolara satmıştı. Microsoft ise
bir süre sonra Nokia markasını silerek “Microsoft Lumia” olarak devam etmiş,
ama piyasadaki Android ve iOS ürünleriyle rekabet edemeyince serinin üretimi
durdurulmuş, Microsoft da mobil işletim sistemi ve cep telefonu pazarından
çekilmiştir. Microsoft’un günümüzde Surface Duo gibi Android’li bir cihaz
üretmesi bizce hayal kırıklığıdır.
Aslında Nokia için sonun
başlangıcı 2007 yılında Steve Jobs’un Apple iPhone’u tanıtması olmuştur.
Nokia o güne dek ilk antensiz, ilk kameralı telefon gibi birçok ilkleri
başarıp döneminin en küçük ve en ince cihazlarını üretse de bir süre sonra
her çıkan modelin sadece tasarımının makyajlanıp değişmesi, renkli kapak
değiştirme olayı ve “wave message” gibi eğlenceye yönelik yeniliklerden
başka bir şey yapamamış ve inovasyon düşüncesinden uzak kalmıştır.
Döneminde ve hatta daha önce de var olan tuşsuz, dokunmatik veya stylus
kalemle çalışan PDA ve türevi cihazlar var olduğu halde Nokia bunları
önemsemeyip (7700-7710 modelleri ise cep telefonu algısından çok uzak
kalmış ve kullanışsız olarak algılanıp benimsenmemiştir.) yılların
başarısının getirdiği kurumsal kibirle tuşlu ya da klavyeli modeller
üretmeye devam etmiştir. Piyasanın sadece tuşlu telefonlarla dolu olması,
sim kartı takılabilen PDA’lar olsa bile Windows Mobile, CE ya da Palm OS
işletim sistemlerle ön yüklü gelen bu pahalı cihazların sadece kalemle
kullanılabildiği için hantal olması, zamanında Xerox Alto'dan aldığı ilhamla
bilgisayar dünyasını değiştirmiş Steve Jobs’un gözünden kaçmamış ve cep
telefonlarını sonsuza kadar değiştirecek bir hamle yaparak iPhone’u ortaya
çıkarmıştır. Görüldüğü üzere piyasanın en büyüğü olan firma, kibre kapılıp
kendi kendini tekrar etmeye başlarsa, piyasaya yeni giren ya da yeni
kurulmuş olup yenilik arayan firmalar tarafından bir süre sonra o aranan
yenilik bulununca alt edilmektedir.
Nokia, iPhone’a cevabını bir
yıl sonra Nokia 5800 XpressMusic ile verse de o “ilk” etkisini kaybetmişti.
Bu telefona yüklenebilecek her uygulamanın da (Java) dokunmatik
ekranı desteklememesi dezavantajlarından birisi olmuştur. Ama yine de 5800,
çok satan başarılı Nokia telefonlar arasına ismini yazdırmıştır.
Nokia’nın çöküşünün sebebi
sadece bunlarla da sınırlı değildi. Nokia’nın bir de kocaman bir Symbian
sorunu vardı. Uzun bir süre piyasada en çok kullanılan mobil işletim sistemi
unvanını korusa da bir süre sonra iOS ve Android’in gerisinde kalmaya
başlamıştı. Ayrıca kullanıcılardan da çok sayıda şikâyet alıyordu ve
Symbian’a olan memnuniyetsizlik giderek artıyordu. Symbian ilk başta Nokia
ile beraber, Ericsson, (daha sonraları Sony Ericsson) Motorola,
Samsung, LG gibi büyük teknoloji şirketleri tarafından ortak
geliştiriliyordu. Symbian, Psion firmasının EPOC işletim sistemine
dayanıyordu. Daha sonra 2008 yılında Symbian tamamen Nokia tarafından satın
alınmıştı. 2000'li yıllarda Symbian, en büyük pazar payına mobil işletim
sistemi olsa da günümüzdeki Android gibi standardize edilmiş ortak bir
yapısı yoktu ve karmaşık teknik yapısı nedeniyle Symibian için uygulama
geliştirmek oldukça zordu. Finli şirket, 2010’lu yıllarda Symbian’ı yavaş
yavaş bırakma kararı almış, Maemo ve MeeGo gibi büyük gelecek vadeden
alternatif mobil işletim sistemlerine sahip olsa da en sonunda 2011’de
Microsoft’la anlaşıp Windows Phone’da karar kılmış ve çöküşe doğru bir adım
daha atılmıştır. Windows Phone’un da pazar payının az olması ve uygulama
mağazasının neredeyse bomboş olması Nokia (Lumia) telefonlarının
satılmasını zorlaştırıyordu. Hal böyle olunca şirketin hisseleri düştü ve
zarar etmeye başladı. Bir süre sonra da kapasitif ekranlı Apple iPhone,
Android’li Samsung Galaxy serisi telefonlar ve diğerlerinin pazar payı
Nokia’yı geçti ve yıllardır başarılamayan bir şeyi başardılar. İnsanlar
Nokia’nın da Android’e geçmesini isteseler de Nokia’nın başında olan Stephen
Elop ve beraberindekiler kurumsal kibirleriyle inat edip bunu reddettiler ve
Windows Phone ile bir süre sonra Android ve iOS'u yeneceklerini düşündüler.
(Tıpkı Sovyet orduları Berlin'e yaklaşmışken hala savaşı kazanacaklarına
inanan Almanlar gibi.) Önceden de Microsoft’la yapılan görüşmeler sonucu
Stephen Elop ve Nokia yönetim kurulu, 2013’te Nokia’nın Cihazlar ve
Servisler birimini 7,2 milyar dolar karşılığında ABD’li şirkete sattı.
Enteresandır ki Stephen Elop
Nokia’ya yönetim kurulu başkanı olmadan önce Microsoft’ta çalışıyordu. Bir
süredir beyin göçü yaşayan Nokia'nın tecrübeli yöneticileri ayrılırken,
Microsoft'un genç personeli önemli görevlere getirilmişti. Nokia’ya
geldikten sonra ise yukarıda anlattığımız üzere büyük hatalar yapıp şirkete
olan güveni ve değeri yerle yeksan etti. Uzun yıllardır geliştirilen Maemo
ve MeeGo platformlarının işini bitirdi. Bütün bunlar olurken şirketin
hisseleri sürekli değer kaybetti, marka değeri düştü (2012'de Nokia'nın
kredi oranı Fitch tarafından değersiz
durumuna düşürülmüştür.) ve bir anda Microsoft
tarafından “ucuz” denilebilecek bir fiyata satın alınıp Microsoft Mobile’ın
bir parçası oldu. Üstüne üstlük “Nokia House” adlı Finlandiya'da Espoo
şehrinin Keilaniemi bölgesinde bulunan Nokia’nın merkez binasını da bu satın
almayla sahip oldular ve binanın adı Microsoft Talo olarak
değiştirildi. Bu sürecin sonunda Nokia’nın Finlandiya’daki fabrikası da kapandı. Bütün bunlar
olup bittikten sonra da Stephen Elop tekrar Microsoft’a geri döndü.
Böylelikle Avrupa’daki son kalan cep telefonu üreticisinin de üretimi
tamamen durmuş oldu. Bu işler de üretim olarak Çin’e, yazılım ve tasarım
olarak da ABD’ye kalmış oldu. Bütün bu olanlar değerlendirildiğinde Stephen
Elop'un truva atı olduğu düşüncesi akıllarda beliriyor.
Keşke Nokia daha önceden
dokunmatik cihazlar çıkarıp “uygulama mağazalı” Symbian, Maemo ya da MeeGo
platformunu da bu cihazlara göre uyarlayıp piyasaya sürseydi belki de şu an
Android’in, iOS’un ve Samsung’un esamesi okunmayacaktı. Artık ne kadar
keşkelerden bahsetsek de olan oldu, iş işten geçti...
Cep telefonu bölümünü de
sattıktan sonra Nokia, Espoo, Karaportti’deki yeni merkezine taşınıp
network, altyapı ve telekomünikasyon işine odaklandı. Uzun bir süre
piyasadan uzak kalıp unutulunca insanlar için artık Nokia markası “tuşlu
eski telefonlardan” ibaret oldu. Bu süre zarfında da bildiğiniz üzere
Samsung da piyasada en çok kullanılan marka haline geldi.
2016’da ise “HMD Global Oy”
adında bir şirket kuruldu. Bir süre sonra Nokia markasının kullanım
haklarını Microsoft’tan satın aldı. Üretim için Foxconn’la anlaşıldı.
Google ile stratejik ortaklık da yapıldıktan sonra ilk ürünü olan Nokia 6
tanıtıldı ve Nokia uzun bir süre sonra tekrar piyasaya dönüş yapmış oldu.
HMD, Nokia’nın “tasarım, sağlamlık ve güvenilirlik” mirasına sadık kalmış
telefonlar geliştirmek istediğini iddia ediyor. Daha sonra ise "NeoKlasik
Teknoloji" düşüncesiyle benzerlik gösterecek bir hamleyle, 3310 ve 8110’un
yeni versiyonunu tanıtarak dikkatleri üzerine çeken HMD, 105, 130 ve
150 gibi klasik Series 30+ modellerden sonra 1, 2, 3, 5, 6, 7 Plus ve 8 gibi iyi ve başarılı Android’li modeller çıkarmıştır. Sanılanın
aksine HMD Global bağımsız Çinli bir firma değil, eski Nokia çalışanları ve
yöneticilerinden oluşan Nokia Corporation’a bağlı bir Fin şirketidir.
Merkezi Karaportti’deki Nokia kampüsündedir. Telefonlarında Android One kullanması ve
Android One olmayan telefonlarını dahi sürekli güncel tutması, bir kez
güncelleme gönderdikten sonra ürettiği telefonlarını unutan çoğu Android
üreticilerine göre çok başarılı bir durumdur.
Nokia’nın tekrar piyasaya
dönmesi bizleri mutlu etse de telefonlarında hala biraz eksikler var gibi.
Stok Android kullanmasını biz pek hoş görmüyoruz. Stok Android gereksiz
programlar içermemesi ve hızlı olması açısından iyi ama telefonlar dışarıdan
Nokia ruhunu yansıtsa da (Çentikli 6.1 ve 5.1 hariç.) işletim sistemi
olarak içeriden “Destek” uygulaması dışında hiçbir farkı yok. Bu durumun düzeltilmesi gerekmektedir. Aslında stok Android’in tercih edilme sebebi de belki de
Symbian ve Windows Phone’un kötü şöhretinden kurtulmak içindir. Çünkü
kendilerine özgü bir "Launcher" kullansalardı yine insanlar arayüzü
yadırgayabilirlerdi ve bu riski almak istemediler. Bizce en azından stok
Android’in üzerine Nokia’ya özgü ufak rötuşlar atılmalıdır. Yani stok
Android yine kendini belli etmeli ama stok Android’de olmayan kullanışsal
kolaylık sağlayan özellikler eklenmelidir. Örneğin, menüden uygulama
kaldırmak için ana ekrana sürüklememeli, bazı Android telefonlarda olduğu
gibi direkt simgeye bastırıldığında kaldır seçeneği çıkmalı. Klasik Snake,
Space Impact, Bantumi, Pairs, Bounce gibi efsaneleşmiş Nokia oyunları tüm
Nokia modellerinde ön yüklü gelmeli. Telefonun açılışı sırasında sadece
dümdüz bir Nokia yazısı değil, yine eskisi gibi Nokia’nın el ele tutuşma
görüntüsü olmalıdır. Zil seslerinde sadece Nokia Tune değil, diğer
unutulmaz Nokia zil sesleri de güncelleştirilip telefonlara eklenmelidir.
Kamera uygulaması stok Android'den farklı olmalı ve daha kullanışlı
olmalıdır. Telefonlarda Nokia’ya özel duvar kağıtları bulunmalıdır.
Telefonda ön yüklü gelen daha fazla Nokia uygulaması olması gerekmektedir.
Ekran kilitlendiğinde ortaya çıkan saat göstergesinde (Nokia 8’de
bulunmaktadır.) şarj en tepede küçük bir şekilde gösterilmemeli, önceki
Nokia’larda olduğu gibi ekranın alt sağından en tepesine kadar kademe kademe
gösterilmelidir. Bu telefon kapalıyken şarj edildiğinde de böyle olmalıdır.
Sol tarafta da şebeke durumu yine aynı şekilde gösterilmelidir. 5.1 ve
6.1’in tasarımları da Nokia’ya yakışmayacak bir şekildedir. Nokia, diğerleri
gibi çentikli iPhone taklidi yapmamalı, özgün tasarımlar üretmelidir. Ayrıca
yeni Nokia’nın (HMD) Türkiye’de zayıf olması kötü bir durum.
Nokia’nın Türkçe internet sitesinde bir sürü aksesuar gösterilse de orijinal
aksesuarlar hiçbir yerde bulunmuyor. Çinli üreticilerin bile her yere
mağazaları açılmışken Nokia'nın var olan teknoloji mağazalarında bile
olmaması Nokia ürünlerine erişmek isteyenler için hayal kırıklığı oluyor.
Bazı telefon modelleri de web sitesinde gösterilse de Türkiye'ye asla ithal
edilmiyor. Talep azlığından ve ekonomik sebeplerden böyle yapılıyor olsa da HMD Global'in Türkiye'de daha aktif olmasını temenni ediyoruz.
Neklatek olarak bizim
açımızdan klasik bir marka olan Nokia’yı dikkate alıp düşüncelerimizi
belirttik. Nokia’nın (HMD) başarılı bir şekilde yoluna devam etmesi
ve tekrar eski şaşalı günlerine geri dönmesi dileğiyle...
4 Kasım 2018
Günümüzde maalesef uzun
süreden beri, saygınlık, akıllılık ve zekilik dış görünüşle ölçülüyor. Tıpkı
Nasrettin Hoca fıkrasında olduğu gibi “Ye kürküm ye!” misali insanlar aşırı derecede
dış görünüşe ve "arayüze" odaklanmışlardır. Bu durum özellikle “akıllı
telefonlar” konusunda baş göstermektedir.
Artık kendileri akıllanıp
gitgide insanları aptallaştıran sözde “akıllı” telefonların merkezine
oturduğu
aşağılık alt kültür iyice çığırından çıkmış durumda. Son model bir akıllı
telefona sahip çoğu kişi, her nedense hep ilgi odağı
olmakta ya da ilgi odağı olmayı beklemektedir. Hepsi öyle olmasa da çoğunlukla bu kişilerin o telefonu
almasının sebebi bir telefon ihtiyacı değil, o telefonun ona kendisine
etraftan ilgi getirmesi, zengin göstermesi, "iyi ve canlı" hissettirmesidir.
Ancak bu "iyi ve canlı" hissetme pek de uzun sürmez. Çünkü bu "iyi ve canlı"
hisler telefonun kendi özünden ve varoluşundan değil, harcanan paradan ve
geçici bir dönem moda ve prestij göstergesi olmasından ötürüdür. Yoksa böyle
kişiler telefonlarına veya diğer hiçbir teknolojik ve elektronik aygıta
saygı duymayıp bakımlı ve dikkatli kullanmazlar. Eski telefonu aynı işi
gördüğü halde sürekli parasını telefona yatıran insanlar
israfçıdırlar.
Mesele sadece sesli
iletişimse, birçok uygun fiyat/performans oranına sahip cep telefonları bu
işlevi gayet iyi yerine getirebilir. Eğer internete girebilen, kamerası iyi
olan bir telefon isteniyorsa yine uygun fiyata alınabilecek telefonlar
vardır. Böyle bilinçli bir alışveriş yapılsa da, günümüzde piyasadaki çoğu
vasat telefonun da insana verebileceği hiçbir anlam yoktur. Hepsi artık
tamamen ekrandan ibaret olacak şekilde birbirine benzemektedir. Bu yüzden
çoğu insan, ulaşılması zor, pahalı amiral gemisi modellere yöneliyor. Ancak bu
yöneliş o telefonda iyi bir anlam bulmaktan ziyade, o telefonla kendini
değerli hissetme gibi (Verilen ücret ve değerli hissetme hissi doğru
orantılıdır.) sağlıksız bir psikolojiye doğru gidiyor.
Şuurunu kaybetmiş bazı
kişilerde durum daha vahim oluyor. Bir yere gittiklerinde ilk işleri masaya
telefon ve arabasının anahtarını koymak oluyor. Bu ilgiye aç kişiler böyle
görgüsüzlükleriyle kendilerini kanıtlamaya çalışıp saygınlık kazandıklarını
zannediyorlar ancak büyük bir bataklık içinde olduklarını ve insanlığın
büyük resminde bir zerre bile olamadıklarını fark edemiyorlar.
Bir de aşırı derecede telefona
bağlı olan, telefonu kendi uzvuymuş gibi kabullenen, telefonunu
kaybettiğinde ya da kırıldığında emziğini kaybetmiş bir çocuk gibi ağlayıp
mızmızlanan, sürekli özçekim yapıp duran ve beyninin düşünme yetisini “akıllı” telefona devreden, insanlıktan çıkıp robotluğa geçmiş, akıllı
telefonla tanıştı tanışalı zamanının dörtte ikisini akıllı telefonda "sosyal
medya" kanalizasyonu başında geçiren, (diğer kalanını da yemek, uyku ve
tuvalet ihtiyacıyla geçiren) doğru düşünemeyen, ismi var cismi
yok, şuursuzca otomatiğe bağlamış ve insaniyet yolunu kaybetmiş kişiler de vardır maalesef.
Bu çılgınlığın çocuklara
yansıyan tehlikeli boyutu da göz önünde bulundurulmalıdır. Anne babasına
yalvarıp onlara telefon aldıran çocuklar da vardır, çocukları sırf dışarıda
ulaşılabilir olsun, merak etmesinler diye basit tuşlu bir telefon yerine
ellerine son model akıllı telefonlar veren anne babalar da vardır. Bu akıllı
telefon verilen çocuklar ileride genç olduklarında da beyinleri "online"
aforizmalar ve küfürlerle yoğrulmuş oluyor. Böyle gençler de topluma ve
kendine faydası olmayan, acımasız, etik nedir bilmeyen zorba bireylere
dönüşüp hem kendilerine hem de başkalarına zarar vererek en sonunda yitip gidiyorlar. Bu kötü sonuçların nedeni tabi ki de
insanlığın faydasına üretilen akıllı telefonlar olmayıp, kişisel
bilgisayarların ilk zamanlarında ortaya çıkan bilinç ve kültürün akıllı
telefon ve sosyal medya döneminde oluşmamasıdır. Ne yazık ki olumlu
bilgisayar ve teknoloji kültürü bile zamanında herkese ulaşamamıştır.
Kişi istediği istediği
telefonu ve bilgisayarı kullanabilir. Bu kişinin temel haklarından biri ve
özgürlüğüdür. Hiç kimse, kimsenin baskısından ve aşağılayıcı görüşlerinden
ötürü sırf telefonu ya da bilgisayarının modası geçtiği için değiştirmek
zorunda değildir. Maalesef böyle durumlar da toplumsal hayatta söz konusu
olabilmektedir. Etrafınızdaki kişiler sizinle eski telefon ya da bilgisayar
kullanıyorsunuz diye alay ederse onlara aldırmayın. İnsanları marka ve
modellere göre değerlendirenlerin insanlığından, şerefinden ve karakterinden
şüphe duyulmalıdır. Bu algının ve görgüsüzlüğün ortadan kaldırılması
lazımdır.
Telefonunuz bozulana kadar
telefonunuzu değiştirmeyin. Bu, bilgisayar, beyaz eşya ve diğer şeyler için
de geçerlidir. İşinizi görmüyorsa yenisini alabilirsiniz ama işinizi gördüğü
halde boşu boşuna para harcamak israftır ve bundan sadece sizi böyle harcama
yapmak için şartlandıran büyük sermaye sahipleri, AVM’ler, mağazalar
ve şirketler kazanır.
2015
Windows Me, Windows Vista ve
Windows 8/8.1. Bu üç Windows işletim sistemini genellikle son kullanıcılar
kötü bulmuşlar, kullanmamış ve kullandırtmamışlardır. Hiç kullanmayanlar
bile bu önyargılı kişiler sayesinde bu işletim sistemlerine soğuk
bakmışlardır. Bu üç kader kurbanı Windows işletim sistemi son kullanıcıların
gözünde yavaş, garip ve sözüm ona "Bug"lıdır. Yeni çıkan Windows’ları
karalama kampanyası ilk olarak Windows Vista ile başlamıştır. O zaman,
“Neden Windows Me’nin adı geçiyor?” diye merak edebilirsiniz. Windows Me,
ilk çıktığı yıllarda yeni çıkan her işletim sistemi gibi normal
karşılanmıştı. Hatta bu normal durum birkaç yıl daha devam etmişti. Windows
Me’nin tek suçu kenarda köşede kalmış, adı sanı duyulmayan, yitik bir
Windows işletim sistemi olmasıydı. Nedeni bilinmez ama daha sonralarda
Windows Me’de bu karalama kampanyalarından nasibini almıştır. Windows Me’nin
nasıl bir işletim sistemi olduğuna gelirsek, zamanına göre gayet yeterliydi.
Tabi ki Windows Me de “Windows 98’in aynısı, ve onun üzerine bir güncelleme”
olduğundan, “Windows 98 ve Windows 2000’in karışımı” olduğundan ve
“Microsoft’un son kullanıcı pazarını boş bırakmamak için yayınladığı bir
işletim sistemi” olduğundan eleştirildi. Bu eleştiriler gayet yerinde
eleştirilerdi. Ama tecrübesiz kullanıcılar tarafından söylenen, “Windows Me
durduk yere çöküyor”, “Windows Me sürekli hata veriyor”, “Windows Me çok
yavaş” ve hatta bazı sözde dergi yazarları da bu aslı astarı olmayan
görüşlere katılıp bu söylentileri yaymıştır. Bu söylenenler gerçek olsa bile
bütün Windows Me yüklü bilgisayarlarda bunlar olamaz. Böyle olumsuzlukların
çıkış noktası yetersiz konfigürasyondaki bilgisayarlara Windows Me kurulması
veya önyüklü gelmesidir. Aslında bunlardan ucuz ve kalitesiz bilgisayar
oluşturan OEM üreticiler de sorumludur. Tekrar Windows Vista’ya dönersek,
pek çok kişi Windows Vista’yı denemeden karaladı. Çünkü internette bazıları
yine Windows Me’de olduğu gibi Windows Vista’nın sistemi “kastığını” çok RAM
tükettiğini yazmışlardı. Oysaki onlar Windows Vista’yı uyumsuz, düşük
konfigürasyonlu bilgisayarlara kurmuşlardı. Windows Vista 1 GB RAM’de rahat
çalışıyordu, fakat onlar 512 MB RAM ile Windows Vista çalıştıramayınca bunu
sanki Windows Vista’nın suçuymuş gibi gösterdiler. Windows 8’e kadarki
“kader kurbanı” Windows’lar sözde “yavaş” olduğundan suçlanıp aşağılanmıştı.
Windows 8’in suçu ise yavaş veya hatalı olmasından değildi. Onun suçu
arayüzüydü. Windows 8 gayet hızlı ve kararlı olmasına rağmen sözde
“kullanışsız” arayüzü sebebiyle yoğun eleştirilere maruz kalmıştı. Yıllar
önce Windows’un “hep aynı” olmasından ve “yamalı bohçaya” dönmesinden
veryansın edip Windows’un değişmesini isteyenler, Windows 8 çıktığında da bu
değişikliğe isyan ediyorlar ve eski Windows’u geri istiyorlardı. Ortada bir
çelişki vardı. Halbuki Windows 8, daha ilk “Build” sürümleri görücüye
çıkmadan, hatta Windows 7’nin piyasaya sürülmesinden de önce ortalığa
“Windows 8 çok yenilikler getirecek ve bütün alışkanlıklarımızı
değiştirecek.”, “Windows 8 daha çıkmadan heyecanlandırıyor!” gibi
söylentilerle teknoloji sitelerinde ve dergilerde adını duyurmuştu ama
piyasaya resmi olarak çıktığında, başlat menüsünün olmaması ve bazı
menülerin gizli olması, günde başlat menüsüne beşten fazla basmayan, başlat
menüsünü getiren Windows 95’ten bile doğru düzgün haberi olmayan ancak
bir anda başlat menüsü fanatikleri kesilen kitle tarafından eleştirilmişti.
Bunun sonucunda Windows 8’in pazar payı önceki iki Windows işletim sistemi
gibi yükselememişti. Dolayısıyla her başarısız proje sonrası bazı kadrolarını
tasfiye eden Microsoft, yeni Windows’u tekrar “eski alışkanlıklara” göre
düzenleyip yayınlamak zorunda kalacaktır...
2013
-
Dışarıdan döndüğünüzde cep
telefonunuzu kapatın. Ulaşılabilir olmamak yanında, boş zamanınıza daha
fazla yoğunlaşmanızı sağlayacak.
-
Kol saati takın. Saati
öğrenmek için cep telefonlarına bakanlar telefonlarını diğerlerinden
daha fazla kullanıyorlar.
-
Ara verin. Ufak tatillerde
olsa ara verin. Sosyal medyaya girmeyin, e-posta okumayın. Bu zamanı
biraz yürümekle değerlendirebilirsiniz. Boş zamanlarınızda da her zaman
ulaşılabilir olmayın. Örneğin arada sırada telefonsuz bir akşam geçirin.
-
Doğru dengeyi bulun.
Günlük rutin stresle başa çıkabilmek için, doğru bir dengeye sahip olun.
Sizi rahatlatacak bir hobi edinin ya da kitap, dergi ve gazete okuyun.
Bu zamanlarda telefonunuzu kesinlikle kapalı tutun.
-
Uyuduğunuz odayı “telefona
kapalı bölge” ilan edin. Sağlıklı bir uyku çok önemlidir. Yatakta cep
telefonları ile ilgilenenler, telefonlarını çalar saat olarak
kullananlar genellikle rahat uyuyamamaktadır. Bunun sebebi
telefonun yaydığı radyasyonun ve SAR‘ın insan vücuduna etki etmesidir.
-
Telefonunuzu değiştirin.
Klasik bir telefon alarak hem farklı bir hava yakalarsınız hem de
telefonu sadece iletişim için kullanabilirsiniz.
Günümüzde işletmeler için
yaşamsal düzeyde kullanılan bilişim sistemlerine yönelik pek çok iç ve dış
tehdit bulunuyor. Tehlikeli sorunlara yol açabilecek bu saldırılar,
bilgilerin zarar görmesine, kaybolmasına veya çalınmasına neden olabiliyor.
Hatta işletme faaliyetlerini sona erdirebilecek düzeyde ciddi saldırılar da
gerçekleşebiliyor. Ayrıca internet bir yandan çevrimiçi olarak öğrenme,
paylaşma, alışveriş ve eğlence konularında geniş ve heyecan verici
fırsatlara kapı açarken, diğer yandan bilgisayarımızın ve kişisel
bilgilerimizin güvenliği konusunda da bazı tehlikeleri beraberinde
getiriyor. İşletmelerin giderek sıklaşan ve daha tehlikeli hale gelen kötü
niyetli saldırılara karşı korunması, kapsamlı ve özenli bir çalışmayı
gerektirmektedir. Özellikle Office, Windows ve diğer ürünlerini sürekli
olarak geliştiren Microsoft, önemli güvenlik tehlikelerine karşı pek çok
koruma sağlamaktadır.
Ağ, birbirine kablolarla bağlı
bir grup bilgisayardan oluşur. Her iş istasyonu, bilgisayarların
birbirlerine bilgi gönderip alabilecekleri özel bir ağ programıyla çalışır.
Eğer bilgisayarınız bir ağın parçasıysa, ağa kullanıcı adı ve parolanızı
girerek bağlanır ya da oturum açarsınız. Dosya sunucu yazılımı, kullanıcı
kimliği ve parolanızı denetleyerek ağ kaynaklarını kullanma yetkiniz olup
olmadığınızı araştırır. Bir ağa bağlandıktan sonra, dosyalarınızı ağa
kaydedebilir, arkadaşlarınızla dosya paylaşabilir, ağ programlarını ve
yazıcı, faks modem, teyp kayıt ünitesi gibi ağ kaynaklarını kullanabilir ya
da arkadaşlarınıza e-posta gönderebilirsiniz. Eğer ağınız Internet'e
bağlıysa, müşterilerinize e-posta gönderebilir ya da Internet'te bilgi
arayabilirsiniz.
İşyerinizde bir ağa bağlı olsanız
bile, ağınızdan Internet'e bağlanamayabilirsiniz. Ağınızdan Internet'e bağlanmak
için bilgisayarınıza ağı denetleyen bir Internet bağlantısı programının
yüklenmiş olması gerekir.
Dosyalarınızı
kaydettiğinizde, bilgisayarınız dosyaların ve klasörlerin sabit
diskinizde saklanma şeklini denetlemek için bir dosya sistemi
kullanır. MS-DOS ve Windows’un önceki sürümleri FAT32 dosya sistemini
kullanırlar. Windows 9x varsayılan olarak FAT16’yı kullanır ancak, disk
başarımını ve kullanılabilir disk alanını artıracak olan FAT32 dosya
sistemini kullanma seçeneğini de sunar.
Bilginin Nasıl Depolandığını Anlama
Bir dosya kaydettiğinizde
veya bir program yüklediğinizde, bilgisayarınız bu bilgileri, sabit
diskinizdeki küme olarak bilinen küçük alanlarda saklar. Kullandığınız
kümenin boyutu ne kadar küçükse, diskiniz bilgiyi o kadar verimli
şekilde saklar. Küme boyutu bölüm boyutuna bağlıdır, bölüm boyutu ise
kullandığınız dosya sistemine bağlıdır. Varsayılan olarak birçok
bilgisayar tek bölüm kullanır.
Aşağıdaki tabloda, FAT32
dosya sisteminde kullanılabilecek büyük bölüm boyutları ve küçük küme
boyutları verilmiştir. FAT16 dosya sistemi 2 gigabayttan (GB)
büyük bölümleri, FAT32 dosya sistemi ise 512 MB’dan küçük bölümleri
desteklemez.
|
Bölüm Boyutu |
FAT16 Küme Boyutu |
FAT32 Küme Boyutu |
|
|
32 MB |
2 KB |
– |
|
|
128 MB |
2 KB |
– |
|
|
256 MB |
4 KB |
– |
|
|
512 MB |
8 KB |
4 KB |
|
|
1 GB |
16 KB |
4 KB |
|
|
2 GB |
32 KB |
4 KB |
|
|
3 GB-7 GB |
– |
4 KB |
|
|
8 GB-16 GB |
– |
8 KB |
|
|
16 GB-32 GB |
– |
16 KB |
|
|
32 GB’tan büyük |
– |
32 KB |
|
Sabit diskiniz 2 GB’den
küçükse bilgisayarınız FAT16 dosya sistemini kullanır, FAT32’ye
dönüştürseniz de fazla bir kazancınız olmaz. Ancak sabit diskiniz 2 GB
ile 2 terabayt (TB) arasındaysa ve başarımı artırmak
istiyorsanız, sisteminizi FAT32 dosya sistemine dönüştürmeniz yararlı
olacaktır.
FAT32 dosya sisteminin
FAT16 sistemine göre üstünlükleri şunlardır:
-
Programların ortalama
olarak %36 daha hızlı açılmasını sağlar.
-
Disk alanını daha
verimli kullanmanızı sağlayarak ortalama yüzde 28 oranında fazladan
disk alanı kazandıran daha küçük bir küme boyutu kullanır.
-
2 TB’a kadar olan
diskleri bölümlere ayırmanıza gerek kalmadan, tek bir disk olarak
biçimlendirmenizi sağlar.
-
Kök dizini yeniden
yapılandırıp Dosya Ayırma Tablosunun, (FAT) yedek kopyasını
kullanarak bilgisayarınızın daha az kilitlenmesini sağlar.
Umberto Eco bir söyleşide
şöyle diyor: "İnsanoğlunun belleği tümüyle bilgisayara geçirilince ne
olacak? Yirmi satırlık bir bibliyografya daha yararlı, çünkü sonuçta
okuduğunuz üç kaynağın ismini aklınızda tutabiliyorsunuz. Peki, bir tuşa
basınca karşınıza gelen 10.000 başlıklı bir bibliyografya neye yarar?
Ancak çöpe atılır. Fotokopi de aynı. Okumayı, dolayısıyla bilgiyi
öldürüyor. Eskiden kütüphaneye gider, beni ilgilendiren konular hakkında
notlar alırdım. Şimdi kolay olduğu için binlerce sayfa fotokopi
çektirerek eve geliyorum, sonra da bunların yüzüne bile bakmıyorum.
Dolayısıyla büyük sorun, bu aşırı bilgilenmeyi süzgeçten geçirmeyi
başarabilmekte ve bunu anında yapmakta düğümleniyor. Çünkü bu elemeyi
yapabilmek için eskisi kadar zamanımız yok."
Bu sözler, günümüzde
Internet'in, daha doğrusu özellikle "sosyal medya" denen negatif
oluşumun önemli bir problemini de tarif ediyor aslında. Internet her
konuda sınırsız bilgiye erişim imkânı tanıyor; ancak Internet üzerinde
farklı formlarda sunulan ve inanılmaz bir hızla artan bilgi, doğru
kriterlerle donatılmış bir süzgeçten geçirilmediğinde, gereksiz
bilgilerden sıyrılarak gerçekten ihtiyaç duyulan bilgiye ulaşmak
neredeyse imkânsız hale gelmekte.*
Artık herkes bilgi
üretebiliyor. Dolayısıyla günümüzde gerçeğin ve gerçekliğin bir değeri
kalmamıştır. Herkes kendi ürettiği bilgilerle kendi gerçekliğini yaratıp
orada yaşamaktadır. Internet ve sosyal medyanın, "demokratik", saygı
içerisinde "özgür" bir ortam getireceğini yıllardan beri savunanlar
artık uzun bir süredir bu düşünceyi dillendiremiyorlar. Çünkü Internet
ve sosyal medya, zamanla büyük oranda hem siyasi ve ekonomik yönden
güçlü olanların manipülatif tekeline girmiş hem de insanlar
kendiliğinden ya da bu güçlerin etkisiyle özellikle sosyal medya
platformlarında tamamen kutuplaşmışlardır. Herkes doğru olsun olmasın
kendi gibilerinin hesaplarını takip ediyor ve düşmanlaştırılan karşı
taraf kimse, yorumlarda onlara nefret ve öfke kusuyorlar, bunlardan
vakit artarsa da birbirlerine düşüyorlar. Maalesef Türk toplumunun son
yıllarda kendi içinde hızla kutuplaşıp ayrışmasında, doğal olarak
insanların bağımlılık düzeyinde alâkadar oldukları sosyal medyanın da
etkisi olduğu aşikârdır. Geçmişte "dünyayı birbirine bağlayacak, insanları
rahatlatacak" diye sevinilen bu gelişmeler çoğu insanın içindeki
vahşiliği ve ahlâksızlığı gözler önüne sermiştir. Günümüzde birkaç
sosyal medya platformunun kanını emdiği Internet, artık tam bir hayal
kırıklığı olmuş ve yeterince eğitmeden herkese söz hakkı vermenin ne kadar da yanlış bir şey
olduğunu gözler önüne sermiştir.
Bu süreçte bilginin doğruluğundan da emin
olunamamaktadır. Yukarıda Umberto Eco'nun da bahsettiği gibi eskiden
kitaplardan, ansiklopedilerden yararlanılırdı ve bilgi değerli ve
hakikatti. Günümüzde ise bir konuyu araştırırken, -özellikle çok
ciddi konularda- o konunun doğruluğunu savunanları da tamamen yanlış
olduğunu savunanları da veya manipüle edenleri de bulabilirsiniz.
Böylesine bir bilgi bombardımanına maruz kalan kişide tamamen bir
kıyamet ve kaos hissi hakim olmaktadır. Bunca bilgi çöplüğüne "bilgi
kaosu" da denilebilir. Bu kaos ortamı var olduğundan beri insanlar
birbirlerine karşı güvenlerini kaybetmeye başlamıştır.
Olumsuz bilgisel
etkilerden kurtulmak için bilimsel metodolojiyi öğrenmek ve özümsemek
gerekmektedir. Internet'te hemen her gördüğümüze inanmamalıyız. (Çoğu
insan yüz yüze duyduğu bir bilgiye kıyasla Internet'teki bilgiye daha
çabuk inanıyor.) Özellikle Internet ve sosyal medyada bilgiyi
duygulardan bağımsız, objektif ve yöntemsel olarak değerlendirmeliyiz.
En önemlisi, çocukları da bu kaos ve çöplükten sakınmalıyız.
Okuyan, okuduğunu anlayan,
sorgulayan, yaratıcı beyinlere ihtiyacımız var, hayatın her alanında olduğu
gibi. Günümüzde akıllı telefonlar, akıllı televizyonlar, akıllı saatler ve
tabletler de artık birer bilgisayar kabul ediliyor, (Yazının devamında
bunlar akıllı cihazlar olarak anılacaktır.) çünkü bunların donanımı bir
bilgisayar kadar güçlü ve onların yaptığı çoğu işi çok rahat yapabiliyorlar.
Her yerde bunların faydaları anlatılıyor. Televizyonlarda artık her diziyle,
her programla, hatta reklamlarla etkileşime girilebiliyor. Bankalar artık
bankaya gelmenin gerekli olmadığını, tek gereken şeyin akıllı telefonuna
bankanın uygulamasını yükleyerek kişinin işlemlerini halletmesini
gerektiğini reklamlarında vurguluyor. Bütün bunlar insanları akıllı
cihazlarla daha ayrılmaz hale getiriyor. Ancak insan sağlığı bir yana işin bir de felsefi yönü,
çocuk gelişimi, insan psikolojisi ve sosyal yaşamı üzerindeki derin ve olumsuz etkileri var.
Akıllı cihazların girdiği evlerde, doğal olarak bu cihazların en büyük
kullanım amacı "sosyal medya" denilen keşmekeş olunca, ekranda yaşanan sanal
hayatlar gerçek yaşama da yansıyor ve böylece amaçsız, şiddet düşkünü,
saygısız, sevgisiz, tüketici ve yitik bir nesil yetişiyor. Şiddetle bir de
insanı fark etmeden robotlaştıran ve aptallaştıran, bir tekdüzeliğe iten,
“masum” akıllı cihaz kullanımı da ekleniyor. Bundan genç-yaşlı herkes
etkileniyor, çünkü herkes O’nu kullanıyor.
Descartes yüzlerce yıl önce “Düşünüyorum, öyleyse varım.” demiş. Bu dünyanın
tüm düşünürleri bu sözü çok ciddiye alıyorlar, başlarını eğip usul usul
onaylıyorlar. Neyi böylesine şiddetle onayladıklarını iyi düşünmeliler.
Çünkü tersini düşünürsek: “Düşünmüyorum, öyleyse yokum.” tüm akıllı, mobil
dünyanın bir anda başka bir boyuta ışınlanmasına neden olurdu. Sadece bazı
programcı denen insan siluetleri bu tarafta kalırdı. “Biraz düşünüyorum,
öyleyse biraz varım.” Uzmanlar buna “Fuzzy Logic” (puslu mantık)
diyorlar.
Şimdi donanım ve yazılım endüstrisi, Descartes’ın tezinin doğru olmasından
endişe etmektedir. Bunun doğru olup olmadığını kontrol etmek için, çok uzun
süredir kullanıcıların akıllarını köreltmek amacıyla olmadık deneyler
yapıyorlar. Deney laboratuarlarına "grafiksel kullanıcı arayüzü" (GUI)
diyorlar. "Usability" (kullanılabilirlik) adı altında yazılım
mühendisleri IQ seviyemizi düşürmek için olmadık şeyler üzerine kafa
patlatıyorlar. Daha da kolaylaşan ve değişen dokunmatik arayüzler bizleri
dijital deneklere dönüştürüveriyor. Günlük akıllı cihaz kullanımı daha çok
bir köle-efendi ilişkisini hatırlatıyor. Ancak roller ters.
Bu gidişle yakında insanlar, sadece
homurdanıp ağzı dili birbirine dolaşan, sürekli elindeki dokunmatik ekrana
dokunan akıllı telefon özürlüleri olup çıkacak gibi duruyor. O zaman Descartes’ın
haklı olup olmadığını da anlayacağız.*
BIOS, (Basic Input Output
System/Temel Giriş Çıkış Sistemi) bilgisayarın açılışında başlangıçta
donanımı sınayan, işletim sistemini başlatan ve donanım aygıtları arasındaki
veri aktarımını destekleyen temel yazılım yordamları kümesidir. Bilgisayarı
açtığınızda çalışabilmesi için, BIOS salt okunur bellekte (ROM)
saklanır. BIOS, bir yığın ince ayara sahiptir. Performans için kritik öneme
sahip olmasına rağmen, BIOS genelde bilgisayar kullanıcıları için görünmez
durumdadır.
Çeşitli BIOS sürümlerindeki CPU
ayarlarının yanında bilgisayarınızdan bir dirhem daha fazla performans
alabilmek için başka sayısız seçenek de mevcuttur. BIOS’a çoğunlukla açılış
sırasında “Delete” tuşuyla girilir. Bazı sürümlerde F1, F2 veya F10 tuşuna
basılması da istenebilir.
Sorgulamaları
İptal Etmek
Yeni bellek (RAM) taktığınızda
donanımın yeniden kontrol edilmesi ve belleğin tekrar sayılması doğal olarak
mantıklı bir işlemdir. Donanımda bir değişiklik yapmadıysanız BIOS’a
girmenize gerek yoktur. Eğer varsa “Quick Power on self test” veya “Quick
Boot Mode” ya da buna benzer seçenekleri “Enabled” olarak
ayarlayabilirsiniz. Bu ayarlarla açılış yaklaşık 30 saniye daha çabuk
gerçekleşir. Sabit diski her açılışta aratmamak mantıklı bir işlemdir. Bunun
için BIOS’daki “HDD Auto Detection” menüsü ile bir defa bulunan disk
parametrelerini kalıcı olarak kaydedin. Bu şekilde birkaç saniyeden daha
tasarruf edip sistemi daha çabuk kullanıma açabilirsiniz.
Disket
Sürücüsü Testi
Normalde PC, açılışta yeni disket
sürücülerini arar ve herhangi bir disket sürücüsünün bulunup bulunmadığını
da kontrol eder. Bazı kasalarda genellikle iki adet disket sürücüsü yuvası
olsa da genellikle tek disket kullanıldığı için bu ayar tamamen gereksizdir
ve gönül rahatlığıyla iptal edilebilir. Bu ayarı çoğunlukla “Floppy seek”
veya benzeri bir seçenek altında bulabilirsiniz. Büyük ihtimalle sisteminizi
sadece sabit diskten açmak isteyeceksinizdir. Bunun için “Boot Sequence”
seçeneğini “C, A” olarak değiştirin. Artık açılışta disket sürücüsü
sorgulanmayacaktır. Bir kurtarma disketi ile önyükleme yapmanız gerektiği
durumlarda bu seçeneği tekrar “A, C” olarak ayarlayabilirsiniz. Bu seçim
birkaç saniye daha kazandıracaktır.
Bellek
Ayarları
Bellek ayarlarında işler biraz
karmaşıklaşmakta. Çoğunlukla bellek zamanlamaları (RAM Timing) mümkün
olan en güvenli değerlere ayarlanır. Yani en uygun ayarlarla bellek
parçalarınızdan biraz daha fazla verim almanız mümkündür. Ayarlardaki daha
küçük değerler daha hızlı bellek erişimleri demektir. Normalde SDRAM
yapılandırması “Chipset Features” adı altında bulunur ve “Auto” olarak
sabitlenmiştir. İnce ayarları seviyorsanız bu değeri elle
ayarlayabilirsiniz.
“RAS to CAS Delay”, “RAS Precharge
Time” ve “CAS Latency” fonksiyonları çoğunlukla 2 veya 3 değerlerinden
birine ayarlanabilir. Bunlar kullanılan bellek parçalarına bağlıdır ve ancak
deneme yanılma yöntemiyle tespit edilebilir. Çoğunlukla markalı bellekler
“noname” belleklere göre daha düşük değerlerde ve dolayısıyla daha hızlı
erişimlerle çalıştırılabilir. Sistem yeni ayarlarla uzun bir dayanıklılık
testinden sonra da sağlam çalışabiliyorsa sorun yok demektir. EDO-RAM’lerde
de benzer şekilde hareket edebilirsiniz. 70, 60 ve 50 nanosaniye arasındaki
ayarlar en uygun duruma getirilebilir. Bu şekilde ana bellekten yaklaşık
yüzde 5 daha fazla verim alabilirsiniz.*
A/D Converter:
Analog/dijital dönüştürücüsü. Bu dönüştürücü ses
kartı üzerindeki bir çiptir. Bu çip duyulabilir örneksel ses tınılarını
sayısal bir veri akışına dönüştürür. Zira sadece sayısal bir formda sesler
PC’de işlenip değerlendirilebilir. D/A dönüştürücüsü bu işlemi tersine
çevirir, böylece sayısal veriler tekrar hoparlörden duyulabilir bir biçime
dönüştürülür.
GM:
“General MIDI”. Sayısal ses üreticilerinin genel bir ölçünü.
Bu ölçün, 128 farklı çalgı sesini ve bir drum setini (çeşitli davul ve
perküsyon sesleri) kullanıma sunar.
Harddisk Recording:
Örneksel imlemlerin doğrudan sabit diske
dijital olarak kaydedildiği ve diskten çalındığı bir yöntem.
Line-In/Line-Out:
Ses kartının stereo bir müzik seti ile
bağlantısı için gerekli bağlantılar. İyi ses kartlarında Line-Out çıkışı ve
hoparlörler için çıkış (Speaker) ayrıdır, aynı şekilde Line-In ve
mikrofon girişleri de ayrı olarak bulunmalıdır.
MIDI:
“Musical Instruments Digital Interface”. Elektronik ses
üreticileri için bir iletişim ve arabirim protokolü. MIDI endüstriyel
standardıyla bir MIDI aygıtından diğerine kumanda sinyalleri (MIDI Events)
gönderilir.
Sample:
Sayısallaştırılmış (dijitalize edilmiş) bir
ses dosyasına verilen ad. Sample’lar bir Sample editörü ile çalınabilir ve
mesela ses ayarı istenildiği gibi değiştirilebilir.
Sampling Rate:
Örnekleme hızı. Sampling frekansı da deniliyor.
Örneksel bir sinyalin hangi hızda ve sıklıkta sayısal Bit’lere
dönüştürüldüğünü ifade eder. Sampling rate ne kadar yüksek olursa imlem de o
kadar gerçekçi bir şekilde sayısallaştırılabilir. Audio CD kalitesi mesela
44,1 kHz’lik bir sampling hızına ihtiyaç duyar.
A3D:
Aureal’in 3D ses teknolojisi. A3D çevresel, üç boyutlu bir
ses algılamasını sadece bir çift hoparlöre verebiliyor. Yani dörtlü bir
hoparlör setine gerek olmuyor. Mesela dinamik çevre sesleri (yaklaşan
adımlar) izleyicinin bakış açısına göre oluşturuluyor.
DLS:
“Downloadable Sounds”. Ses kartlarının PC’nin anabelleğinde
kayıtlı Wavetable setlere erişebildiği genel bir özellik.
GS:
“General Synthesizer”. Roland tarafından GM’nin devamı olarak
geliştirilen bir standart. GS’de çalgı sesi yelpazesi daha geniş ayrıca ses
manipülasyonu için efektler eklenmiş. Davul kanalları oldukça geliştirilmiş
ve Drum kitler organize edilmiş.
S/P-DIF:
“Sony/Philips Digital Interface”. Sayısal ses
verileri için Sony ve Philips tarafından geliştirlen bir aktarım kuralı. Bir
stereo imlemin aktarımı bakışımsız olarak gerçekleşir. S/P-DIF ev
kullanıcıları için en uygun AES/EDU kuralı alternatifidir.
Wavetable:
Ses üretimi için bir yöntem. Wavetable yönteminin
temeli olarak kısa sample’lar (gerçek çalgıların sayısallaştırılmış
sesleri) kullanılır. Yazılımlarla bu sample’lar ses gücü ve tını
biçimlerinde manipüle edilebilir.
XG:
“eXtended General MIDI”. Yamaha tarafından geliştirilen ve
GM’nin gelişmiş bir hali olan ölçün. XG 676 ses, 21 drum sete ve sayısız
efekte sahip. Özel bir giriş üzerinden örneksel ses sinyalleri alınıp
düzenlenebilir.
AES/EBU:
“Audio Engineering Society” ve “European Broadcast
Union”. Bu kurumlar tarafından geliştirilen profesyonel stüdyo aygıtlarında
sayısal ses verileri için kullanılan bir aktarım kuralı. Stereo imlemlerin
aktarımı burada bakışımlı olarak gerçekleşir.
Daughtercard:
Ses kartları için ek giriş ve çıkışlar sunan, daha
çok profesyonel ve yüksek isteklere yanıt veren add-on kartlar.
Daughtercard’da genelde MIDI, S/P-DIF veya AES/EBU bağlantıları bulunur.
DSP:
“Digital Signal Processor”. DSP, ses kartı üzerindeki belli
işlemler için kullanılan bir işlemcidir. Örneğin gerçek zamanlı ses verisi
işlemesi için DSP bu şekilde bilgisayarın işlemcisinin yükünü hafifletir ve
çalışma hızını artırır.
EAX:
“Environmental Audio Extansions”. Creative Labs’ın 3D ses
teknolojisi. Dört kanallı sesi verebilmek için iki hoparlör çiftine ihtiyaç
vardır. Dinleyicinin önündeki iki ve arkasındaki iki hoparlörle gerçekçi bir
çevresel ses üretilebiliyor.
MIDI / Audio
Sequencer:
Çok izli müzik düzenlemelerinin
Harddisk-Recording yöntemiyle oluşturulabildiği yazılım. Çoğu efektin ve
düzenleme fonksiyonunun yanında en önemli özellik Sequancer’ın MIDI ve
sayısal ses izlerini eşit düzeyde işleyebilmesi ve bağlayabilmesi.
Polifoni:
Bir veya daha fazla çalgının aynı anda çalınabilir
seslerinin sayısını ifade eder.
Rear-Out/Front Out:
EAX sesini verebilmek için 4.1 hoparlörler
için iki çıkış. Front-Out çıkışı genelde Line-Out olarak da tanımlanır.*
|
10 Soru 10 Cevap |
1.
Kablosuz Aygıt Haberleşmesinin Avantajları Nelerdir?
Verilerin, bilgisayar ve klavye, yazıcı veya mobil telefon gibi
aygıtlar arasında kablosuz olarak aktarımının avantajı aygıtların bağlanması için kabloya ihtiyaç
kalmamasıdır.
Bu, örneğin koridordaki telefon prizine bağlı bir kablosuz modemi
yan odadaki bilgisayarınızda kullanmak isterseniz oldukça pratik
olacaktır. Böylece aradaki mesafeyi metrelerce kablo kullanarak
kapatmak zorunda kalmazsınız. Ayrıca kullanılacak fiş var olan
yuvalara uygun olmazsa bunun için bir dönüştürücüye de ihtiyaç
duyulmayacaktır. Firmalar ise bu sayede tasarruf yapabilirler:
Kablosuz ağlar duvarlar arasında da kullanılabileceği için tüm
şirket içerisine kablo döşenmesi gerekmeyecektir.
|
2.
Hangi Kablosuz
Teknikler Kullanılıyor?
Kablosuz aygıt bağlantıları Infrared (Kızılötesi) veya radyo
dalgaları kullanılarak gerçekleştiriliyor. Kızılötesi teknikte,
verileri, insan gözü ile seçilemeyen bir ışık demeti kullanılarak
aktarılıyor. Bunun için alıcı ve gönderici arasındaki mesafenin iki
metreden fazla olmaması ve aralarında duvar gibi bir engel
bulunmaması gerekir. Veri transfer hızı ise saniyede 115,2 kilobit
ile radyo dalgalarına kıyasla daha düşüktür. Bu durum özellikle,
örneğin resim dosyaları gibi, büyük veri paketleri gönderilmek
istendiğinde göze çarpıyor. Buna karşılık, söz konusu veri transfer
yönteminin temeli 1994 yılında IrDA standartı adı altında (Infrared
Data Association) tanımlandığı için, entegre kızıl ötesi
bağlantılarına sahip olan aygıtlar arasında herhangi bir anlaşmazlık
problemi yaşanmaz. Radyo dalgaları yönteminde ise adından
anlaşılabileceği gibi ışık yerine duvarlar arasından geçebilen radyo
dalgaları kullanılır. Bu teknik 50 metreye kadar kullanılabilir.
Veri transfer hızı ise saniyede minimum 9.6 kilobit ile birkaç
megabit arasında değişebilir. Bu farkın nedeni halen bir standardın
oturtulamamasıdır. Bu nedenle radyo bağlantı noktasına sahip
aygıtların haberleşebilmeleri için genellikle aynı üreticiye ait
olmaları gereklidir. |
3.
Kablosuz Teknikler Nerede Kullanılıyorlar?
IrDA bağlantı noktası dizüstü bilgisayar veya cep telefonu gibi
taşınabilir ürünlerde 2000'li yıllarda hemen hemen standart donanım
içerisinde yer alıyorlardı. Dizüstü bilgisayarın izin verdiği
durumlarda masaüstü bilgisayar ile arasında veri senkronizasyon (Bkz.
Soru 6) işlemini hızlı bir şekilde yerine getirebilir. Gerekli
donanıma sahip yazıcılar ile de kablosuz yazıcı çıktısı almak
mümkün: Örneğin Hewlett Packard'ın Deskjet 990cxi kullanılabilir.
Cep telefonlarındaki
IrDA bağlantı noktası bilgisayar ile telefon defterini veya takvim
bilgilerini değiştirmek, SMS iletileri yazmak veya internet
bağlantısı kurmak (Bkz. Soru 7) için kullanılabilir. Kablosuz
bir klavye ve fare yardımıyla bilgisayarınızı oturma odası
koltuğunuzdan rahatlıkla kullanabilirsiniz. Bir çok üretici bunun
için aslında maksimum uzaklığı yaklaşık iki metre ile sınırlı olan
kızılötesi tekniğini kullanıyor. Bu noktada Logitech'in, oturma
odalarını radyo dalgaları ile bağlayan, kablosuz fare ve klavye
çözümleri bir istisna teşkil ediyor.
Radyo haberleşmesi tekniği kablosuz ağlarda da kendisini gösteriyor.
Hemen hiç kablo kullanılmadan hızlı bir internet bağlantısını mümkün
kılan uydu tekniği de (Bkz. Soru 4) ayrı bir seçenektir. |
4.
Uydu Üzerinden
İnternet Bağlantısı Nasıl Gerçekleşir?
Şu anda internet verilerini telefon kablosu üzerinden değil de uydu
kullanarak aktaran bir çok sunucu mevcut. Internet bağlantısı için
kullanılan uydular, radyo ve televizyon programlarını yansıtan
uydular ile aynılar. Söz konusu bilgileri alabilmek için bir dijital
alım parçasına sahip uydu alıcısı ve bilgisayar için özel bir kart
veya harici bir aygıt gereklidir. Bu sayede elde edebilen saniyede
512 kilobitlik veri hızı tek bir ISDN aktarımının tam sekiz katına
eşittir. Uydu bağlantısı sadece tek yönlü gerçekleştiği için
bilgisayardan sunucuya veri aktarmak (upload) için bu yöndeki
veri aktarımını sınırlayan bir telefon veya ISDN bağlantısı yani
dolayısıyla modem veya ISDN kartına ihtiyacınız olacaktır. |
Uydu Üzerinden
Internet Bağlantısı
|
Uydu üzerinden
kablosuz internet bağlantısı: Eğer sadece web üzerinden
bilgi alıyorsanız PC modeme artık ihtiyacınız yok
demektir. Çünkü modem sadece veri göndermek için
kullanılır. |
|
5.
Radyo Ağı Nasıl Çalışır?
Bir radyo ağında (Wireless LAN) verileri kablo içerisinden
değil de radyo dalgaları üzerinden aktarılırlar. Bu tür bir ağ
kurabilmek için her birinde bir radyo ağı kartı bulunan en azından
iki bilgisayar gereklidir. Ağ içerisine entegre etmek istediğiniz
her bilgisayara bir radyo ağı kartı takmanız yeterli olacaktır.
Klasik ağlarda bulunması zorunlu olan bir Hub'a (bağlantı parçası)
kablosuz ağlarda ihtiyacınız olmayacaktır. Radyo dalgaları üzerinden
bağlanan bilgisayarların arasındaki mesafe bina içerisinde maksimum
30 metre, bina dışarısında ise 300 metre olmalıdır. Şayet söz konusu
uzaklık sınırları aşılırsa bağlantıyı koruyabilmek için fiyatları
bin dolarla ölçülen ek kablosuz ağ genişleticilerinin (Access
Point) kullanılması gerekecektir. Bir radyo ağının maksimum veri
hızı saniyede 11 megabit. Buna karşılık kablo bağlantılı bir ağda
yaklaşık on katı bir hıza ulaşmak mümkündür.
|
6.
Laptop - PC
Arasında Kablosuz Bağlantı Nasıl Kurulur?
İlk şart her iki aygıtın da çalışan bir IrDA bağlantı noktasına
sahip olmasıdır. İkinci şart ise kızılötesi bağlantı kurulmasını
destekleyen bir işletim sistemidir. Windows 98 ve sonraki Windows
işletim sistemleri söz konusu bağlantı şeklini destekliyorlar.
Windows 2000 ve Me altında bir kızılötesi bağlantı kurmak için
dizüstü bilgisayarı masaüstü bilgisayara yeteri kadar yaklaştırmak
yeterli olacaktır. Windows, diğer aygıtı tanır ve görev çubuğunda
bir simge oluşturur. Artık taşınacak dosyaları Windows Gezgini
penceresinde seçebilir ve daha sonra seçili bu dosyaları diğer
bilgisayara göndermek için nesne menüsündeki gönder komutunu
çalıştırabilirsiniz. |
7.
Cep Telefonumu
Bilgisayara Bağlayarak
İle İnternete Nasıl Bağlanabilirim?
Cep telefonu kullanarak internet bağlantısı kurmak için gereken tek
şey kullanılan telefonun modem fonksiyonuna sahip olmasıdır. Zaten
tüm güncel telefonlar bu
şartı sağlıyorlar. Şayet telefonunuzu bir Notebook modemi olarak
kullanmak istiyorsanız özel donatılar arasında yer alan bir bağlantı
kablosu satın almalısınız. Şayet her iki aygıt da IrDA'ya sahipse
kızılötesi bağlantı da kurulabilir. Mobil telefonunuz ile online
olmadan önce Windows modemi olarak kurmalısınız. (Bkz. Modem
Olarak Cep Telefonu) |
8.
Bluetooth Teknolojisi Ne Getiriyor?
Radyo dalgaları üzerinden veri aktarımı konusunda tek bir standart
geliştirilemediği için farklı elektronik aygıtlar arasında
haberleşme pek mümkün olmuyordu. İsmini 10. yüzyılda Danimarka'yı
birleştiren kral Haral Bluetooth'dan alan Bluetooth ile söz konusu
standart gerçekleştirilebilmiştir. 1100'den fazla kuruluş "Bluetooth
Special Interest Group" (SIG) altında bir araya geldi.
Bluetooth'un amacı tüm aygıt bağlantı noktalarını, yani elektronik
aygıtlar arasındaki tüm bağlantıları tek bir radyo bağlantı noktası
üzerinden gerçekleştirmek. Böylece tüm aygıtlar üreticisi, modeli ve
türünden bağımsız olarak diğerleriyle haberleşebilecekler. Ancak
Bluetooth tekniği şu anda sadece 10 metre mesafe ile
kullanılabiliyor. |
Modem Olarak Cep
Telefonu
|
Windows
Altında Modem Kurulumu
C35i, M35i veya S35i Siemens cep telefonları beraberinde
gelen gerekli yazılımları yüklendiğinde Windows altında
modem olarak kullanılabilmektedir. Sony Ericsson'un da
bazı cep telefonlarında modem özelliği mevcuttur. Sizin
de böyle bir cep telefonunuz varsa aşağıdaki yöntemleri
uygulayarak modem olarak kullanabilirsiniz;
Başlat/Ayarlar/Denetim Masası komutunu çalıştırın ve
burada bulunan Modem simgesine iki kere tıklayarak
açtıktan sonra yeni bir modem yüklemek için Ekle
düğmesine basın. Ekrana gelen pencere üzerindeki
"Modemimi algılama, onu listeden seçeceğim." seçeneğini
işaretleyin ve İleri düğmesine tıklayın. Disketi Var
düğmesine tıkladıktan sonra dosyanın konumunu belirtin
ve Tamam düğmesine tıklayın. Bunun sonucunda ekrana
gelen listeden telefonunuzun modelini seçin ve İleri
düğmesine tıklayın. Sonraki pencerede PC'nizin cep
telefonu ile nasıl bağlantı kuracağını belirleyin. Eğer
COM1 ve COM2'yi seçecek olursanız bir kablo kullanmalı
ve kızılötesi bağlantı için de "Virtual Infrared COM
port" öğesini seçmelisiniz. Son adıma geçmek için İleri
düğmesine ve işlemi bitirmek için de Son düğmesine
tıklayın. Artık cep telefonunuzu Windows modemi olarak
kullanabilirsiniz.
|
|
9.
Bluetooth İle Hangi Uygulamalar Mümkün Olmuştur?
Bluetooth, bilgisayar alanında tarayıcıların, modemlerin,
hoparlörlerin, klavyelerin ve farelerin bağlantısında kullanılıyor.
Dijital kameralar resimlerinizi Bluetooth üzerinden bilgisayara
gönderebiliyor. MP3 dosyalarınızı ileride saniyede 1 megabit gibi
bir hızla Bluetooth aracılığıyla taşınabilir oynatıcınıza
aktarabiliyorsunuz. Bluetooth üzerinden de internet bağlantı
paylaşımı yapılabiliyor. |
10.
Kablo Kullanımından Vazgeçmenin Riskleri Nelerdir?
Şifreler, gizli
rakamlar veya diğer önemli bilgilerin yanlış ellere geçme
tehlikesi kablosuz aygıtlar ile daha da büyüyor. Çünkü
fiziksel bağlantı olmadan gönderilen bilgiler, direkt olarak
hedefe yönelik kablolu bağlantılara kıyasala daha rahat
dinlenebiliyorlar. Bu nedenler verilerin şifrelenerek
gönderilmesi gerçeği değişmiyor.* |
Sözlük
|
Access
Point:
Kablosuz ağlarda erişim mesafesini yükselten ve
bu tür ağların kablolu ağlarla bağlanmasını
sağlayan ek parça.
Bluetooth:
Farklı aygıtların kablo kullanmadan aralarında
veri aktarabilmeleri için radyo dalgalarını baz
alan bir teknoloji.
|
|
|
|
|
National Geographic dergisinin Eylül 2005 sayısından.
Açmak için küçük resimlerin üzerine tıklayın.
Byte dergisinin Ekim 2003 sayısından. Açmak
için küçük resimlerin üzerine tıklayın.
Bir bilgisayar dergisi olan PC Magazine Türkiye'nin
Ağustos 1999 sayısıyla birlikte verdiği ücretsiz "Bilgisayar Kurdu" ekinin
dördüncü sayısını sizlerle paylaşıyoruz. Bu sayıda Windows 9x işletim
sistemlerinin kurulumundan yapılandırılmasına kadar her şey ayrıntılı olarak
anlatılmıştır. Açmak için küçük resimlerin üzerine tıklayın.